20 Haziran 2014 Cuma

KENDİNİ İYİLEŞTİREN SUNİ KAS GELİŞTİRİLDİ

Doku mühendisliğinde önemli bir adım atıldı ve kendini iyileştiren suni kas geliştirildi
Bilim insanları laboratuvarda, gerçek kas gibi görünüp çalışmasının yanısıra kendini tedâvi edebilen kas geliştirdi.
Laboratuvarda yetiştirilen kasın insanlarda hasarlı kasları onarmak için kullanılabilmesi umuluyor.
Başarılı çalışma
Şimdiye kadar denemeler fareler üzerinde yapıldı.
Bu ilk çalışmaların sonuçları Ulusal Bilimler Akademisi dergisi Proceedings’de açıklandı.
Duke Üniversitesi araştırmacıları başarılı çalışmanın kaynağında kas büyümesi için mükemmel bir ortam yaratmaları olduğunu söylüyorlar.
Testlerde laboratuvarda yetiştirilen kasın güçlü ve kasılmada iyi olduğu bulundu.
Araştırmacılar bir toksin ile kasta hasara yol açtığında bu kas, uydu hücreleri kullanarak kendini tamir etmeyi de başardı.
Bu kas farelere aşılandığı zaman, çevreleyen dokular ile entegre oldu ve gerekli işlevi yerine getirmeye başladı.
İnsanlar üzerinde deneme
İnsanlar üzerinde denemeden önce başka testler gerektiğini söyleniyor.
Baş araştırmacı Nenad Bursac “ilk kez yerli neonatal iskelet kası kadar güçlü kasılabilen bir kas geliştirildi” dedi.
Loughborough Üniversitesi’nde iskelet kas dokusu mühendisliği uzmanı olan Prof Mark Lewis da “yetiştirilen kasların bir canlıya nakli ve yerli kas gibi çalışmaya devam etmesi alanında, mevcut çalışmalar ile önemli bir adım atılmıştır” diyor.
Kök hücrelerden umut
Bilimsel topluluk içinde her türlü dokuya dönüşebilen kök hücrelerin rejeneratif tıbbı dönüştüreceği konusunda büyük bir umut var.
Bilim adamları halen laboratuvarda kök hücreler kullanarak mini ciğer ve böbrekler yaptı.
Diğerleri de kalp kasını kök hücre ile tamir etmenin yollarını arıyor.
Ama bu tedavilerin hayata geçmesine daha zaman var.

DONDURULMUŞ GIDALAR TAZESİNDEN AYRIT EDİLMEYECEK


Dondurulmuş gıdaların tadını bozmayacak bir sistem geliştirildi. Pratik yemeklerin vazgeçilmezi dondurulmuş gıdalar çözüldüğünde tat ve görüntü açısından taze sebze, meyvelerin yerini tutmuyordu. Ancak şimdi İsveç Lund Üniversitesi araştırma görevlilerince geliştirilen teknoloji, dondurulmuş gıdaların ilk günkü tazeliklerini korumalarını sağlayacak.
İşin sırrı yine doğada saklı. Mantarlarda bulunan disakkarit maddesi sebzelerin kışın sert koşullarına rağmen ayakta kalmalarını sağlıyor. Aynı fikirle dondurulacak sebzelere disakkarit verilecek ve sebze ve meyvelerin vakumlandığında ilk günkü tazeliklerini korumaları sağlanacak.
Gıda Tteknolojileri Profesörü Federico Gomez: “Dondurma işleminde elektrik kullanıyoruz çünkü bu akım sebze ve meyvelerin kanallarını açıyor tam da bu sırada disakkarik veriyoruz’‘ sözleriyle çalışmalarını özetledi.
Gomez işlenmiş sebzeler buzluktan çıkarıldığında aradan bir ay dahi geçse ise tazeliğinden ödün vermediğinin altını çizdi:
“Buradaki anahtar bilgi bizim sebzelerin hücrelerini canlı tutuyor olmamız. Canlı hücreler dondurulsa bile müşteri gıdanın buzluktan çıkarıldığını anlamıyor. Tazelerinden ayırt edemiyor.’‘
Lund Üniversitesi araştırma ekibi, yeni teknolojinin çiftçilere hasat bekletme hatta fazla hasadı bir yıl sonra satışa sunma imkanı tanıyacağını belirtiyor.

SUYUNUN MAHVEDİCİ ETKİLERİ OLAN NEHİRLER VE GÖLLER


Suyun yaşam kaynağı olduğu sayılıyor.
Oysa ki istisnalar da var dünyada. Bunu doğrulayan etkenler çok. Örneğin 4 göl suyunun mahvedici bir etkisi var.
Yaz tatilleri sırasında sıcak hava şartlarında dinlenip te bir güney ülkesinin büyüleyici manzaralarını görmek istiyenlerin İspanyaya gitmeleri değer. Bu ülkede, kaynağını Andalusia’nın Syerra Morena dağlarının zirvesinde alan Rio-Tinto gölü var. Yerlileri, suyunun kırmızımsı rengi olduğu için nehrin ölü olduğunu derler. Sebebi nedir? Ta eski çağlardan bu yana nehrin kenarlarında madencilik yapılıyor. Daha Milattan önceki 3000 yıllarında İberyalılar burada bakır,altın,gümüş üretiyordu. Sonuçta nehrin tertemiz suları kırmızımsı renk aldı. Asitlik derecesi açısından da üzüm sirkesi ya da derişik limon suyuna benzediği için nehirde balık avlamak, Sicilya’nın Ölüm gölünde olduğu kadar uygun olur.
Sicilya’nın Ölüm gölü suyunun nitelikleri açısından dünyanın en tehlikeli göllerinden biri sayılır. Çünkü suyunun kimyasal bileşimindeki sulfurik asit oranı çok yüksek. Asit, gölün dibindeki iki yeraltı kaynaktan geliyor. Göl,ülkenin görülmeye değer yerlerinden biri sayılıyor. Sicilya mafyasının eylemlerine dair söylentiler de buralara turistleri çekiyor. Bu söylentilere göre, mafya kurbanlarının cesetlerini göle atmakla cinayetlerinin ip uçlarını suda saklıyordu.
Bu söylentilerin doğru olup olmadığını söylemek zor. Ama şurası bir gerçektir ki, göl suyu içindeki derişik asit her şeyi aşındırıyor. Bunun için o yerlerde hayvanlar,kuşlar gölde de balık yok.
Cezayir’in Sidi-bel-Abbes kentine yakın olan Mürekkep gölünde de canlılar yok.Bu göl dünyanın en şaşılacak göllerinden biri. Çünkü suyu gerek Ortadoğuda gerekse Avrupa’da satılan bir çeşit mürekkeptir. Göle ilişkin değişik efsaneler ve rivayetler yüz yıllar boyunca yaşamıştı. Annesiyle babası tarafından birbirinden ayrılmış ikizler masalı bunlardan biri. Masala göre, biri annesi diğeri de babasıyla kalmış kardeşler birbirini çok özledikleri için tanrı haline acımış ve kardeşleri, mektuplaşabilmeleri için okuma yazmayı öğretmiş. Mektupaşmanın hiç kesilmemesi için yakın bir yerde olan gölü mürekkeple doldurdu. Bilimciler göldeki mürekkebin oluşum sırrını uzun zaman içinde açamıyordu. Eninde sonunda öğrenildiği gibi, durum göle dökülen nehinler sularının kimyasal bileşimine bağlı. Nehirlerden birinin su icindeki demir oranı hayret verici derecede yüksek. Diğerinin suyu da organik bileşikleri kapsıyor. Bileşimi de çok iyi bir mürekkeptir.
Bakışlarıyla herkesin taş kesilmesini sağlayan Medusa Gorgona Afrika’daki Natron gölünü,herhalde, takdir ederdi. Kenya ile Tanzanya arasındaki sınırda bulunan Natron gölü taş gölü olarak tanınır. En derin bir yeri 3 metre kadar olan gölun suyu içindeki alkali oranı yüzde 9,5 ila ll-i buluyor, ortalama ısı derecesi 60 santiğrat.. Göle düşen her şey böyle ortamda taş haline geliyor. Hayvanlar göle yaklaşmadan yanından geçmeye çalışıyor. Göle girmiş olanları korkunç bir ölüm bekliyor. Cesetleri, minerallerle kaplanarak taş gibi sertleşiyor. Ama kaydetmek gerek ki, alkaliden etkilenmeyen “tilapia” balığı bin yıllar boyunca Natron gölünde yaşıyor.

BALIK YİYEN ÖRÜMCEKLERİN SAYISI ARTIYOR

 Bilim insanları, balık yakalayıp yiyen örümcek türlerinin sayısının arttığını söylüyor.
Örümcekler, geleneksel olarak ‘avcı böcek’ türleri arasında gösteriliyor. Fakat yeni bir araştırma, su kenarlarında yaşayan böcek türleri arasında balık yiyenlerin de giderek yaygın bir tür haline geldiğine dikkat çekiyor.
Eklembacaklılar, kendilerinden çok daha büyük olan balıkları öldürebilmek için çok güçlü bir zehir kullanıyor.
İsviçre Basel Üniversitesi’nden Martin Nyffeler ve Batı Avustralya Üniversitesi’nden Bradley Pusey’in çalışması Plos One dergisinde yayımlandı.
Araştırmada, beş farklı türe ait örümceklerin doğal yaşamlarında küçük balıkları yedikleri, üç farklı balık türünün de laboratuvar ortamında balık avladıkları görüldü.
Bu tür örümcekler alçak sularda, göletlerde veya bataklıklarda yaşıyor.
Bazı örümceklerin yüzme, dalma ve su yüzeyinde yürüyebilme yetenekleri var. Ama genellikle, kendilerinden büyük ve ağır balıkları öldürebilmelerini ve sindirebilmelerini sağlayan güçlü nerotoksinlere ve enzimlere sahipler.
Balık yiyen örümceklerin, Antarktika dışında hemen hemen tüm coğrafyalarda yaşadığı belirtildi. Çoğunlukla da Kuzey Amerika’nın Florida eyaletinde görülüyorlar.
Örümcekler balık avlarken, arka bacaklarıyla bir taşa veya bitkiye tutunarak ve ön bacaklarını da su yüzeyinde tutarak pusu kuruyor.
Yakaladıkları balığı da yemeden önce kuru bir yere çekiyorlar. Bir örümceğin, küçük bir balığı yemesi saatler sürüyor.

ASPİRİN KALP KRİZİNİ ÖNLEMEDE ETKİSİZ Mİ?


Doktorlara kalp hastalıklarını tedavide aspirinden daha yeni ilaçlar kullanmaları tavsiye edildi.
İngiltere’de Ulusal Sağlık Sistemi’nin doktorlara dağıttığı kılavuzda, varfarin gibi kan inceltici ilaçların aspirinden daha etkili olduğu belirtildi.
Buna göre kalp ritminin bozulduğu hallerde varfarin ve benzeri ilaçlar kullanmak kalp krizi riskini azaltıyor.
Uzmanlar, çoğu doktorun aspirini bırakarak hastalarına daha yeni ilaçlar tavsiye ettiğini belirtiyor.
‘Aspirin aniden bırakılmamalı’
Atrial fibrilasyon olarak da anılan kalp ritminin bozulması sonucu, pıhtılar oluşabiliyor. Pıhtılar, kalp krizi riskini artırıyor.
Aspirin yıllardır hastaları kalp krizinden korumak için kullanılıyor. Ama yapılan araştırmalar ve toplanan veriler, aspirinin etkisinin diğer kan inceltici ilaçlara göre oldukça az olduğunu ortaya koyuyor.
İngiltere’de doktorlara dağıtılan bu kılavuz, ilk defa aspirin yerine daha yeni ilaçların kullanılmasını önerdi. Bu önerinin yüzlerce kalp krizini engellemesi bekleniyor.
Uzmanlar, aspirinin bir anda bırakılmaması gerektiğini belirtiyor. Aspirinin doktor kontrolünde ve kademeli olarak bırakılması öneriliyor.
‘Doktorunuza danışın’
İngiltere Kalp Vakfı Başkanı Profesör Peter Weissberg, yapılan yeniliği şöyle değerlendirdi:
“Ritim bozukluğundan kaynaklanan kalp krizleri engellenebilir fakat bunun için ritim bozukluğu tanısı konmalı ve etkili bir tedaviyle kanın pıhtılaşması engellenmelidir. Yenilenen kılavuz varfarin ve benzer ilaçların kalp krizini engellemek konusunda aspirinden daha etkili olduğunu ortaya koyuyor. Ancak bu aspirinin etkili olmadığı anlamına gelmemeli. Aspirin kullanmaya devam edip etmeme konusunda arada kalan hastalar doktorlarına danışmalılar.”
Cardiff Üniversitesi’nden Profesör Peter Elwood da aspirinin aniden bırakılmaması gerektiğini söyledi. Profesör Elwood, aspirin kullanmak istemeyenlerin kademeli olarak bırakması gerektiğine dikkat çekti.

DÜNYA DIŞI YAŞAM ARAYIŞINDA YENİ YÖNTEM



Gökbilimciler, dünya dışı yaşam arayışında kullanacakları yeni ve etkili bir yöntem geliştirdi. Gezegenlerin atmosferinde metan olup olmadığını araştıracak bilim insanları, böylece organik molekül varlığını da incelemiş olacak.
Gökbilimciler, süper bilgisayarlar yardımıyla metan gazının tespit edilmesini kolaylaştıran yeni bir yöntem geliştirdi. Mevcut bilgisayar modellerinden 2 bin kat daha gelişmiş olan ‘soğurma spektrumu’, dış gezegenlerin hangi moleküllerden yapıldığını çok büyük doğrulukla gösterebilecek. Spektrumun, sıcaklığı 1220 dereceye kadar çıkan molekülleri tespit edebildiği belirtildi.
Massachusetts Teknoloji Enstitüsü (MIT) astrofizikçisi Sera Seager, araştırma hakkında, ‘Sanırım 10-20 yıldır bu teknolojiyi bekliyorduk’ ifadesini kullandı.
Seager, gezegenlerin atmosferleriyle yıldızlarından saçılan ışığı nasıl emdiklerini anlamak için spektrumda karşılaştırma yapmaları gerektiğini ancak özellikle yüksek sıcaklıktaki moleküllerin tespit edilebilmesini sağlayan bir modelin bugüne kadar geliştiremediğini söyledi. Ancak London University College fizik profesörü Sergey Yurçenko tarafından yapılan ve yaklaşık 10 milyar spektroskopik çizgi içeren yeni analizler, metan gazının ışığı emebileceği en geniş renk aralığını sundu.
Proceedings of ther National Academy Sciences dergisinde yayımlanan araştırmada, geliştirilen modellerin tamamlanması için Cambridge Üniversitesi’nin sağladığı süperbilgisayarlar kullanıldı. Yurçenko, “Çok fazla bilgisayar gücüne ihtiyaç duyduk… Milyonlarca saatlik merkezi işlemci gücüne ihtiyacımız oldu” ifadesini kullandı.
Yaşam arayışı çabası güçleniyor
Gökbilimciler, yeni spektrum analizi sayesinde kahveengi cüceler ve Dünya’mızdan uzak diğer yıldız sistemlerindeki metan varlığını daha iyi tespit edebilmeyi ümit ediyor.
Yurçenko ve meslektaşlarının analizler yaptığı HD 189733b adlı ‘sıcak Jüpiter’ sınıfına giren gezegenin, ilk tahminlere oranla 20 kat daha fazla metan içerebileceği düşünülüyor. Dünya’dan 63 ışık yılı mesafedeki mavi renkli gezegende yaşam olup olmadığını anlamak için sadece metan tespit etmek de yeterli olmayacakken, sıcaklığın 930 dereceye kadar ulaştığı ve yağmurların erimiş camdan farksız olmadığı gezegende bugüne kadar yapılan analizler kesin bir sonuç vermekten uzak kaldı.
Yeni yöntemle, HD 189733b gibi gezegenlerde metanın jeolojik kaynaklardan mı, yoksa organik bileşiklerden mi kaynaklandığı anlaşılmaya çalışılacak. Yurçenko, sıcak Jüpiter sınıfı gezegenleri tespit etmenin daha kolay olduğunu çünkü yıldızlarının önünden geçerken saçılan ışığın yüzde 3′ünü emen gezegenin oluşturduğu dev karaltıyla kendisini belli ettiğini söyledi.
Yıldız sistemlerinde su ve yaşam barınabileceği ‘yaşanabilir bölgeleri’ inceleyen Yurçenko ve meslektaşları, bu bölgede yer alan gezegenlerin atmosferlerini incelemek için daha fazla yeni yönteme ihtiyaçları olacağını belirtti.

SAÇ YAĞLANMASI ve AZ UYKU ZEKÂ GÖSTERGESİ Mİ?


Gümüşhane üniversitesi Sağlık yönetimi bölümünde Cihan Siraç AKSAK’ın yaptığı “zekâ düzeyini (IQ) etkileyen faktörler araştırmasında ilginç bulgulara ulaşıldı.
Yapılan araştırmaya Üniversitede eğitim gören 75 erkek 75 kız olmak üzere 150 kişi katıldı.
Saçların erken yağlanması zekanın göstergesi..
Araştırmada kişilerin saçının yağlanma süreci ile zekâ düzeyi arasında negatif bir ilişkide olduğu görüldü. Buna göre zekâ düzeyi yüksek olan kişilerin saçlarının daha kısa sürede yağlandığı ortaya çıktı.
Az uyuyanların IQ’sü Daha yüksek…….
Araştırmaya katılım gösterenlerin günlük uyku süreleri ile zekâ düzeyleri arasında negatif bir ilişki olduğu görülmüştür. Bu sonuca göre günlük 6 saatten az uyuyanların daha fazla uyuyanlara göre %20 daha fazla IQ seviyesine sahip olduğu görülmüştür
Beklenildiği gibi Ders başarısı (akademik ortalamaları9 yüksek olanların zekâ düzeylerinin de yüksek olduğu araştırmada ortaya çıkan diğer sonuçlardan birisi.
Ekonomik Gelir Seviyesi ile Zeka Düzeyinin Bir İlişkisi Yok..
Araştırmaya katılan kişilerin Ailelerinin maddi geliri ile kendilerinin IQ seviyeleri arasında bir ilişki kurulmak istenmiş fakat istenilen sonuçlara ulaşılamamıştır.

Son olarak erkeklerin zekâ düzeyinin kızların zekâ düzeyine oranla daha yüksek çıkmıştır. Ancak İlgili yazında Kızların Zekâ düzeyinin de yüksek çıktığı çalışmalar mevcuttur.

Bölüm başkanı ve araştırma yöntemleri dersi hocası Yrd.Doç.Dr.Taşkın KILIÇ’ın koordinatörlünde yürütülen bu çalışmanın yakında yurt dışında bir dergide yayınlanacağı belirtildi.

19 Haziran 2014 Perşembe

'Göz rengi sağlığın aynası'

Göz rengi, "sağlık" konusunda bilgi veriyor.
ABD'deki Pittsburgh Üniversitesi'nden bilim adamlarının araştırması, göz renginden stres ya da ağrıya duyarlılığın okunabileceğini gösterdi. Hamile Kafkas kadınlarının katıldığı araştırmada, açık göz rengine sahip kadınların (mavi veya yeşil) ağrıya daha dayanıklı, daha az stresli ve olumsuz düşünmeye daha az meyilli oldukları belirlendi.
AÇIK GÖZ RENGİNE SAHİP KADINLAR DAHA AZ STRESLİ

Araştırmada, açık göz rengine sahip kadınların doğum sırasında daha az ağrı hissettikleri, daha az stresli oldukları görüldü. Araştırmaya imza atanlardan Dr. Inna Belfer, koyu ve açık göz rengine sahip kadınlar arasındaki farklılığın deri, saç ve göze rengini veren melanin adlı pigmentten sorumlu genlerden kaynaklanıyor olabileceğini vurguladı.
MAVİ GÖZLÜLERDE DİYABET RİSKİ
Araştırmanın sonuçları Amerikan Ağrı Derneği'nin konferansında sunuldu. Daha önce İtalyan bilim adamlarının araştırması, mavi gözlülerde diyabet ve işitme sorunları riskinin daha fazla olduğunu ortaya koymuştu. Georgia ve Edinburgh üniversitelerinden bilim adamlarının araştırmaları ise mavi ya da yeşil gözlülerin alkol tüketmeye daha meyilli olduklarını ve göz hastalıklarına daha sık yakalandıklarını göstermişti.

YİNE BİTLİS EREN ÜNİVERSİTESİ BİLİMADAMLARINDAN..

Bitlis Eren Üniversitesi öğretim görevlisi herbalist Muhsin Duran, yumurta kabuğunun faydalarını açıkladı.
Bitlis Eren Üniversitesi öğretim görevlisi herbalist Muhsin Duran, yumurta kabuğunun öğütülüp günde bir çay kaşığı tüketilmesi durumunda, kemik erimesi hastalığına yakalanma riskinin ortadan kalkacağını söyledi.
Yumurta kabuğundaki faydalarla ilgili çalışmalaryürüten Muhsin Duran, yüzde 94 oranında kalsiyum bulunan yumurta kabuğunun, kemik erimesi hastalığınıönlediğini söyledi. Yumurta kabuğunun öğütüldükten sonra düzenli olarak tüketilmesinin, kemik erimesi hastalığına kesin çözüm sunduğunu aktaran Duran, oranın, çocuklarda günde yarım, yaşlılarda ise günde tam çay kaşığı olduğunu ifade etti. Analizler sonucu yumurta kabuğunun cilde de faydalı bir kaynak olduğunu dile getiren Duran, gelişemeyençocukların da kalsiyum oranının yüksekliğinedeni ile yumurta kabuğunu tüketmeleri gerektiğini kaydetti.
Yumurta kabuğunun doğal kalsiyum kaynağı olduğunu ve hiç bir yan etkisinin bulunmadığına dikkat çeken Bitlis Eren Üniversitesi öğretim görevlisi herbalist Muhsin Duran, yumurta kabuğunun ciltbakımında yaşlanmayı geciktirici etki sağladığını sözlerine ekledi.

Beden dilinin bilinmeyenleri..

"İlk izlenim, ilk 30 saniyede yaptığınız ve söylediğiniz herşeyin bir bütünüdür.
Ne söylediğiniz değil, onu nasıl söylediğiniz önemlidir." "Basit bir jest, yüzlerce kelimeden daha çok şey ifade eder." "Beden dili, bilinçdışı motivasyonlarımızı açığa çıkarır."

Bu ve buna benzer bir çok cümleyi şimdiye dek duymuş olmalısınız. Bilinen şu ki gerçekte bizler, hal ve davranışlarımız, duygularımız, fikirlerimiz ve kişiliğimizi sözlü ya da sözsüz şekilde ortaya çıkararak iletişim kurarız.
İş dünyasında bu konuyla ilgili bazı yanlış görüşler vardır. 
Bazı insanlar beden dili hakkında olan tüm konuşmaların terim dolu ve gereksiz olduğunu düşünürken, bir insanı anlayabilmek için ne dediklerini dikkatli dinlemenin yeterli olabileceğini savunurlar. Bunun zıttı olarak ise, bazıları, karşısındakinin bakışları, ayak vuruşları ve kişisel jestlerinin, o kişinin sözlerinden veya yaptıklarından daha çok şey anlattığına inanır. 
Bu optimistlere göre karanlık bilinçaltı, iletişim sırasında yüzük çevirme, saç ile oynama, sık tekrarlanan hareketler sayesinde açığa çıkıyor.
izler fikir ve isteklerimizi iletebilmek, karşımızdakiyle iletişim kurabilmek için en çok dilimizi kullanırız. Ancak aynı zamanda tutku, endişe ve korku gibi duygulara sahip yaratıklar olarak, hislerimizi göstermek isteriz. Bilinçli olarak sözsüz mesajlar iletir ve algılarız. 
İletişimde kullandığımız sözsüz ipuçları, sözlü olanları anlamamıza yardımcı olabilir.
İnsanlar kollarını göğüs üstünde birleştirdiklerinde veya açtıklarında, bu, üşüdüklerinden, kolları dolu olduğundan veya çok rahat hissettiklerinden dolayı olabilir. Yani sadece, bu kişilerin kendilerini savunmak istemeleri, kafalarının meşgul olması veya güvensiz hissettikleri anlamına gelmez. 
"Beden dili"nin ögeleri bize neler anlatır?.. 
Bakışlar: Bakışlar daha çok kişilerle aramızda olan mesafeyle belirlenir, örneğin çok yakın duruyorsak birbirimize bakmamaya çalışırız. Aynı zamanda bakışlar, konuşmanın konusuyla da çeşitlilik kazanır. İletişimde olduğumuz kişiler ile aramızdaki ilişki düzeyi ve tabi ki kişilik özellikleri de bakışlarda etkilidir. Örneğin içe kapanık kişiler daha az göz teması kurar. 
Yüz ifadeleri: Yüz ifadesi kişiye özgüdür ve iletişim tarzımızı belirler. Kaşları kaldırmak, yüzün kızarması, ağzın aşağıya doğru eğilmesi ve bunlar gibi bir çok hareket, iletişimde olduğumuz kişi veya kişilerde belli bir etki ve izlenim uyandırır. Gülümseme belki de en dikkate değer yüz ifadesidir ancak kolaylıkla taklit edilebilir. 
El, kol, baş hareketleri ve jestler: Konuşma ve kendimizi ifade etme sırasında çok sayıda el, kol ve baş hareketleri kullanırız. Zamanın geçmesini beklerken, acelemiz olduğunda, bir konuşma sırasında söylenene katılıp katılmadığımızda ve bunlar gibi daha bir çok durumda jestlerimizi kullanırız. 
Bu gruba giren hemen her hareketimiz bir anlam taşır. Örneğin yumruğu sıkmak güç göstergesi iken, kendine dokunma (ağız veya buruna dokunma, kaşıma gibi), eğer aşırıysa, endişenin bir belirtisi olabilir. Eğer genel olarak jestler, el ve kol hareketleri fazlaysa, bu durum o kişinin kısıtlı kelime bilgisini ya da Akdeniz ülkelerinden olduğunu gösterir.
Bedenin duruşu: Karşımızdaki kişiye göre durmayı veya oturmayı seçiğimiz açı oldukça önemlidir. 
İş dünyasında da vücudun duruş şekli, birini merkeze alma, gruba dahil etme veya dışlama gibi birçok anlam taşıyabilmektedir. 
Giyim: Giyim tarzımız, zevkimizin, mal varlığımızın, değerlerimizin veya sosyal grubumuzun bir aynasıdır. İş danışmanlarının çoğu, daha etkili bir izlenim için insanların iyi giyinmelerine yardım etmeye çalışır. Rozetler, kol düğmeleri, marka etiketleri ve kullanılan her türlü aksesuar ve materyaller kim olduğumuzun veya kim olmak istediğimizin birer yansımasıdır. 
Koku: İnsanlar doğal kokularını gizlemek için sabun, şampuan, deodorant, parfüm ve ağız spreyleri kullanır. Ancak vücudun asıl kokusu, insanların beslenme düzeni, sağlığı ve o anda endişeli olup olmaması gibi konularda ipuçları verir. Bilim adamları kokunun iletişimdeki öneminin daha çok farkına varmaya başladılar.

18 Haziran 2014 Çarşamba

SİBİRYALI BİLİMCİLER BUĞDAY VE ÇELTİĞİN DAHA ÇABUK YETİŞMESİNİ SAĞLAYAN MADDEYİ GELİŞTİRDİ

Büyük harcamalara girmeden buğday ve çeltik dahil bugdaygillerin verimiliğini önemli derecede arttırmak mümkün olacak.
Sibiryalı bilimciler sürekli olarak bitkilerin büyümesini sağlayan bir maddeyi geliştirip denemelerini yaptı. İnsan için zararsız olan bu madde birkaç yıl içinde etkisini koruyarak toprak niteliklerinin önemli derecede artışnı sağlıyor. Yem bitkileriyle tropikal ve astropital bitkileri, meyve ağaçlarını yetiştirmede kullanılıyor.
Batı Sibirya’nın Tomsk Devlet Üniversitesi görevlileri olan bilimcilerin geliştidikleri “glikoluril” maddesi bitki büyümesinin uyarıcısıdır. 3 yıllık denemelerin gösterdiği gibi, “glikoluril” bitkilerin hastalanmadan daha çabuk büyümesini sağlıyor. Etkilerinin çok yumuşak olması artamlarından biridir. Bitkilere besleyici maddeleri yavaş yavaş veren “glikoluril’in “ etkinliği birkaç yıl içinde korunur. Biologlara göre, böyle teknoloji nin verimlilik oranı yüzde 90′ ı buluyor.
Üre kullanılmakla sentez yoluyla üretilen “ glikoluril” azot kapsıyor. Etkisi,bitki gelişiminin daha ilk aşamasında kendini belli ediyor. Tomsk Devlet Üriversitesi Sibirya Nebatat Bahçesi Tarım Bitkileri Bölümü müdürü Svetlana Suçkova’nın verdiği bilgilere göre, sadece ıslatılıp filizlenmeye konlmuş ve “glikoluril” eriyiğiyle işlenmiş tohumların filizlenme gücü çok farklı. Sadece ıslatılmış tohumların yüzde 30′ u küflenip çürümeye başlamışken “glkoluril’le” işlenmiş tohumların yüzde yüzü filizlendi. “Glikoluril” her çeşit toprağa uygun olup asitlik derecesinin değişimine sebep olmaz. Bitkileri yakmadığı gibi insan ve hayvanlar için zararsız.
Etkisinin sürekli olması sayesinde kimyasal gübre tasarrufu sağlanır. “Glikoluril” meyve ağaçları kalem aşılamakla çoğaltmada kullanılabilir. Tropikal ve astropikal bitkileri böyle yolla çoğaltmak için kalemi toz halindeki “ glikoluril’le” işlemek lazım.

RUSYA’ DA SES VASITASI İLE HER ÇEŞİT DÜZENEĞİ İDARE ETMEK OLANAĞINI VEREN SİSTEM GELİŞTİRİLDİ

Cubie Robotics adlı genç Rus firması, ses vasıtası ile her çeşit düzeneği idare etmek olanağını veren V.O.I.S. yazılım sistemi üzerindeki çalışmaları tamamladı.
Bu firma tarafından geliştirilen elektronik asistan Cubie, V.O.I.S. sisteminin kullanılmasının örneklerinden biridir. Kare biçimindeki küçük düzenek, kullanıcının sesini tanılayarak yaklaşık 150 işlev yapabilir. Bu arada düzenek İnternet’ten haberleri yaksek sesle okumak, hava koşulları üstüe bilgiler vermek, önemli bir işi hatırlatmak, ev işlerinde kullanılan makineleri uzaktan işletmek veya istenilen zaman için saati kurmak yeteneğindedir.
Cubie, mükemmel bir sohbet arkadaşıdır. Cubie, İnternet’te gerekli bilgileri bularak her çeşit soruları yanıtlayabilir. “Sus” veya “çekil” sözleri söylenirse düzenek hemen söhbeti durduracak. Her hangi düğmelere basmak gereği olmıyacak. İlgili temaslar 1,5 metre mesafeden uzaktan gerçekleştiriliyor.
Bu ses sistemini geliştirenler, patent almak için başvuruda bulundular. Patent almak şansı oldukça büyüktür. Piyasada benzer düzenekler hala yoktur.
Büyük şirketler yeni yazılım sistemine ilgi gösteriyor. Şimdi kullanılmakta olan sistem, sadece pekçok olası sistemlerden biridir. Teorik bakımdan bu sistem, akıllı telefon, robot, oyuncak ve ilgili nitelikleri olan ve hala ses vasıtası ile idare edilemeyen her çeşit düzeneklerin bileşenini oluşturabilir. Şimdi Rus firmasında geliştirilen sistem bilhassa çok kullanışlıdır.
İlk parti deneme düzenekleri sahiplerine ulaştı. Şimdi firma tarafından ilgili düzeneklerin seri üretimi başlatılıyor.. Yakında 100 adet düzenek daha yapılacak. İngilizce V.O.I.S. sistemi üzerinde çalışmalar sürdürülüyor. Genç Rus firması Rus piyasasının ardından dünya piyasasına çıkmak niyetindedir.

SÜPER ELASTİK PİL

Çin’deki bilim adamları, lityum iyon pillerinin %600 oranında gerdirilebileceğini tespit etti. Gelecekte, lif biçimli piller tekstil ürünlerinin içine gömülebilecek ve giyilebilir cihazlar için en çok beklenen özellikleri sağlamış olacak.
Huisheng Peng ve Fudan Üniversitesi’ndeki arkadaşları süper-elastik pilleri yaparken iki karbon nanotüp-lityum oksit kompozit malzemesini bükmüşler ve böylece pozitif ve negatif kutupları oluşturmuşlar. Elastomer (esneyebilir) bir malzeme kullanarak ve jel elektrolit tabakası ile kaplayarak pili meydana getirmişler. Gerilme sırasındaki dayanıklı elektrokimyasal performanslar lif elektrotların bükülmüş yapısına, substratın gerilebilirliğine ve jel elektroda borçlu. Jel elektrot, bu arada, bir “çapa” görevi görüyor. Piller gerildiğinde iki elektrodun yay benzeri yapısı korunmuş oluyor.
Daha önceki gerilebilir pil yapıları genellikle düzlemsel bir şekilde üretilmişti, bu da küçük, hafif ve giyilebilir elektronik cihazlar için olumsuz bir özellikti. Peng, şöyle diyor: “Lif biçimli pillerimiz kolaylıkla uygun bir uzunluğa getirilebilir ve vücudun hareketlerine uyum sağlamak üzere kumaşlara uygulanabilir”.
Pilin özgül kapasitesi 91,3 mAh/g olarak ölçülmüş ve bu değer %600 oranında gerildikten sonra bile %88 oranında korunuyor.
Ray Baughman, ABD’deki Dallas, Teksas Üniversitesi’nde elektrokimyasal cihaz uzmanı olarak çalışıyor ve çalışan piller için gözlenen süper-elastikliğin harika bir şey olduğunu söylüyor. “Gelecekte yaşanabilecek bir zorluk enerji saklayan malzemenin toplam elastomerik yapı içindeki hacimsel kesrini ciddi ölçüde artırmak ve toplam çapı örgü için kullanılan değerlere düşürmek, ama bu arada kauçuk benzeri elastikliği faydalı bir düzeyde tutmak olacak” diyor.

PİCASSO’NUN TABLOSUNDAKİ BÜYÜK SIR


Ressam Pablo Picasso’nun 1901 tarihli ‘The Blue Room’ adlı eserinin altından, gizemli bir adamın portresi çıktı.


Kızılötesi teknolojisini kullanarak resmi inceleyen araştırmacılar ve sanat tarihçileri, ünlü Pablo Picasso eserinin altında başka bir portreye daha rastladı. Resmin arka planında, ellerini çenesinin altında birleştiren sakallı bir adam figürü olduğu fark edildi. Araştırmacılar şimdi, “Kim bu adam?” sorusunun cevabının peşinde. Figürün bir otoportre olduğunu reddeden sanat tarihçileri, resmin yapıldığı 1901 yılında Paris’te çok meşhur olan sanat simsarı Ambrose Villard’ın resmedilmiş olabileceğini düşünüyor. Ama bu sadece bir olasılık…