25 Ekim 2014 Cumartesi

ÖLÜM YILDIZI MİMAS ASLINDA YAŞAM YILDIZI MI?

Satürn gezegeninin uydusu Mimas, Yıldız Savaşları filmindeki, Ölüm Yıldızı kod adlı güçlü silaha benzerliği nedeniyle bu adla anılıyordu.
Halkalı gezegeni ve uydusunu inceleyen bilim adamları, Mimas’ın, Satürn etrafında yörüngedeyken sallandığını ve yüzeyinin altında dev bir okyanus bulunuyor olabileceğini belirtiyorlar.

NOBEL KİMYA ÖDÜLÜ NANSKOPİ ARAŞTIRMASINA GİTTİ

Nobel kimya ödülü iki Amerikalı ve bir Alman araştırmacıya gitti.
Bilimadamları, dokuların moleküler yapısına inen süper güçlü bir mikroskop geliştirdikleri için ödüle layık görüldü.
Ödülü paylaşacak olan 54 yaşındaki Eric Betzig ABD’nin Virginia eyaletinde Howard Huges Tıp Enstitüsü’nde, 61 yaşındaki William E. Moerner California’da Stanford Üniversitesi’nde ve 51 yaşındaki Stefan Hell ise Almanya’nın Göttingen kentinde yer alan Max Planck Biyofizik Kimya Enstitüsü’de ve Heidelberg’deki Alman Kanser Araştırmaları Merkezi’nde görevli.
Nobel jürisi, üç bilimadamının geliştirdiği mikroskop sayesinde hastalıkların araştırılması ve ilaç tasarımında devrim niteliğinde bir ilerleme sağlandığını açıkladı.
Jüri, çığır açan çalışmanın mikroskop teknolojisini ”nano-boyuta” taşıdığını söylüyor.
Nanoskopinin günümüzde dünya çapında kullanılır hale geldiğini söyleyen Nobel jürisi üç araştırmacının çalışmasından bütün insanlığın her gün faydalandığını belirtiyor.
Ayrı ayrı çalışan üç bilimadamı optik mikroskoplardaki teorik limiti aşmayı başardı. Geliştirdikleri aletten önce bilim dünyası bir görüntünün çözünürlüğünün 200 nanometreyi (bir metrenin 200 milyarda birini) geçemeyeceğine inanıyordu.
Üçlünün geliştirmeyi başardığı nanoskopik görüntüler ise bundan daha derinlemesine inen bir çözünürlük sunuyor.
Nanoskopi sayesinde bilimadamları yaşayan hücrelerin içinde tek bir protein molekülünü gözlemleyebiliyor.
Sekiz milyon İsveç kronou (1,1 milyon Amerikan doları) tutarındaki ödül üçlü arasında paylaşılacak.
Nobel geleneği uyarınca sahipleri şimdi açıklanan ödül, Alfred Nobel’in ölüm yıldönümü olan 10 Aralık’ta resmen takdim edilecek.

İNSAN EVRİMİNİN KAYIP HALKASI ARKEOLOGLAR TARAFINDAN BULUNDU

The Independent tarafından geçilen haberde, Fransa’nın kuzeyinde yer alan Normandiya’da kazılar yapan arkeologlar tarafından bulunan ve Neandertallerin atasının sol eline ait olduğu düşünülen 3 adet kemiğin insan evriminin kayıp dönemine ışık tutabileceği ifade edildi.
Fransa Bilimsel Araştırmalar Merkezi yetkililerinden Jean-Philippe Faivre, konuyla ilgili olarak yaptığı açıklamada, ‘‘Söz konusu keşif, Neandertallerin atalarının bu bölgede nasıl yaşadıkları ve çevreye nasıl uyum sağladıkları konusundaki bilgi boşluğunu doldurmamıza yardımcı olabilir’’ dedi.
Tourville-la-Riviere’de yer alan Rouen kentinin 14km kadar uzağında bulunan kemiklerin M.Ö. 200 binli yıllara ait olduğu düşünülüyor.
Jean-Philippe Faivre’nin çalışma arkadaşı Bruno Maurelya da söz konusu döneme ait çok az fosil bulunduğunu ifade ettiği açıklamasında, ‘‘Yaptığımız analiz çalışmaları sonucunda Tourville adamı olarak adlandırdığımız türün günümüzün çağdaş insanından ziyade fiziksel olarak Neandertallere daha yakın olduğunu anladık’’ şeklinde konuştu.
Bilim adamları, tek bir kişiye ait olan kemiklerin sahibinin cinsiyetinin tespit edilemediğini, ancak ergenlik ya da gençlik döneminde hayatını kaybettiğinin anlaşıldığını söylüyor.

TOMSK’ TA ZIRH ÖZELLİKLERİNE SAHİP PLASTİK ÜRETİLDİ


Tomsk Politeknik Üniversitesinden (TPÜ) bilim adamları zırh özelliklerine sahip plastik ürettiler. Malzeme temelinde roket ve uzay teknolojisi için aşırı sağlam ve aynı zamanda hafif konstrüksyonlar yapılabilecek. Uzmanlar, böyle konstrüksyonların deneyim örneklerini 2015 yılının sonlarına doğru meydana getirmeyi vadediyor.
Know-how’larını bilim adamları, aşırı koşullar için malzeme hazırlarken “Energiya” roket ve uzay korporasyonu ile ortak proje çerçevesinde meydana getirdiler. Sonuçta, cam veya karbon elyafın eklendiği bir malzeme elde edilmiş oldu. Bu, sağlamlığı açısından dünyada eşi olmayan benzersiz plastik. TPÜ Yüksek Enerji Fiziği Enstitüsü müdürü Aleksey Yakovlev “Rusya’nın sesi” radyosuna şunları anlattı.
“Gelişimimizin özü şundan ibaret: böyle malzemelerin üretimiyle ilgili sorunları teknik bakımdan çözmeye olanak sağlayan katalizör meydana getirebildik. Bunlar, aşırı mekanik dayanıma sahip termosetler. Termosetler, karbon ve cam elyafla etkili şekilde kaynaşabiliyor.”
Aşırı dış bölge alanında yeni bir gelişim daha: radyasyondan yüksek korunma düzeyine sahip kompozit. Bu gibi materyeller uzun süren uzay uçuşları için vazgeçilmezdir. Tomsk’ta geliştirilen kompozit, TPÜ temsilcisine göre, bugüne dek kimsenin elde etmediği maddelerin kombinasyonu, bu ise olanakları açısından malzemeyi gerçekten de eşsiz yapıyor. Aleksey Yakovlev anlatmaya devam ediyor.
“Genellikle nano toz denen veya çok küçük ebatlı tozların preslenmesiyle ilgili özel yöntemler kullanıyoruz. Presleme belli oranlarda ve özel ambalaj yöntemleri sayesinde geçer, ayrıca, radyasyon dayanıklığını arttırmaya olanak sağlayan bileşenler de eklenir. Ön testler, TPÜ uzmanların gelişimlerinin etkinliğini sergiledi. Gelişimlerin sanayi düzeyine ulaştırılması için bir yıl gibi zamana ihtiyaç var. 2015 yılına doğru uzmanlar aşırı plastikten deneyim örneklerini elde etmeye bel bağlıyorlar.”
http://turkish.ruvr.ru/2014_10_07/Tomsk-zirh-plastik/

BİLİM ADAMLARI SUALTINDA NEFES ALMAYI SAĞLAYAN BİR MADDE ÜRETTİ

Güney Danimarka Üniversitesi’nden bir grup araştırmacı, ileride kullanmak üzere kelimenin tam anlamıyla havadaki oksijeni emen bir malzemeyi sentezlemeyi başardı. Malzeme, havada ihtiva edilenden 160 kat daha fazla oksijeni depolayabiliyor.
Yeni madde, Aquaman’ın Kristali adını aldı. Bir DC çizgi roman kahramanı olan Aquaman, diğer yetenekleri dışında su altında rahat nefes alabiliyor.
Business Insider’in verdiği habere göre söz konusu maddenin sadece bir çay kaşığı kadarı, tüm odadaki oksijeni içine alabilir. Bu miktar, bir dalgıcın ağır ekipman ve geleneksel tüpler olmadan su altına dalabilmesi için yeterli olacak.
Bu arada granüller, içindeki oksijeni maksimum gereken bir süre için tutabiliyor. Oksijen, madde ısınınca veya basınç azalınca dışarıya çıkıyor. Bilim adamları, halihazırda maddedeki oksijeni güneş ışığı yardımıyla çıkarmaya çalışıyor.
Yeni malzemenin kilit bileşeni olarak organik olarak bağlanmış kobalt gösteriliyor.
Oksijeni emme hızı atmosferdeki oksijen konsantrasyonuna ve ayrıca sıcaklığa, basınca ve birçok diğer faktöre bağlı. Çevreden oksijen alma süreci saniyeler, dakikalar, saatler veya günler sürebilir. Maddenin çeşitli versiyonları, oksijeni farklı hızda emebiliyor.
Yeni malzemenin başlıca özelliği ise oksijenle ters tepkime olasılığını gösteriyorlar. Maddenin özellikleri, oksijeni emmeye, depolamaya ve taşımaya izin veriyor.
http://turkish.ruvr.ru/news/2014_10_05/Bilim-adamlarsualtnda/

UZAYDA YAŞAM MÜMKÜN OLACAK MI?

BBC Future 21 Ekim’de Dünyayı Değiştiren Fikirler Zirvesi düzenliyor.


Zirvede bilim, teknoloji ve sağlık alanındaki ilginç gelişmeler ele alınacak. Tartışılacak konular arasında insanların günün birinde Dünya dışında kurabileceği uzay kolonileri de bulunuyor.
Uzayda koloni kurma fikrini neden ciddiye almak gerekir?
Gezegenimizin nüfusu hızla artarken yaşayacak alan ve kaynaklar için rekabet sorunu bazı insanları Dünya’nın ötesine bakmaya yöneltti. SpaceX adlı uzay turizmi şirketinin girişimcisi Elon Musk, “Herhangi bir felaket halinde insanlığın varlığını korumak için birçok gezegende yaşam olanağının araştırılması gerektiğine” inanıyor.
Bu vizyon size inandırıcı gelmese de insanın keşfedilmemiş olanı keşfetme içgüdüsünü görmezlikten gelmek zor. İşte bu güdü, insanları gezegenimizin güvenli sınırlarının ötesine bakmaya yöneltiyor. Aslında bunu başarmak düşündüğümüzden daha kolay olabilir. Eski astronot Jeffrey Hoffman’a göre Güneş Sistemi’nde yakın birkaç yere gidebilme hayali kurmamızı sağlayacak teknolojiye sahibiz. “Ay az ötemizde, Mars ise hiç de uzak değil. Bu yolculukların yapılmasını sağlayacak bazı adımların birkaç yıla kadar atıldığını görmek mümkün,” diyor Hoffman.
Uzay kolonisi nasıl olacak?
Bu konuda ilk fikri 1920’lerde Avustruya-Macaristanlı ilk roket tasarımcısı Herman Potoçnik ortaya attı. Potoçnik’in hayal ettiği şey, UFO benzeri dairemsi bir uzay aracıydı. Bu araç yapay yerçekimi yaratmak için dönüyor, enerji ihtiyacı içinse güneş ışınlarını odaklayacak içbükey bir ayna kullanıyordu. Bu fikir ne kadar inanılmaz gelse de yıllarca etkisini yitirmedi. 1970’lerde Princeton Üniversitesi fizikçisi Gerard O’Neill ile daha sonra dünyanın en eski uzay topluluğu olan İngiltere Gezegenlerarası Dernek (British Interplanetary Society) bu fikre sahip çıktı. Uçan uzay kolonileri fikrini bir kenara itmeden önce şunu belirtmekte yarar var: BIS, insanoğlu Ay’a ayak basmadan 30 yıl öncesinde bu yolculuğu öngörmüştü.
Mars’ta ya da başka bir gezegende yaşam mümkün mü?
Diğer uzmanlar ise uzay araçlarıyla uzay boşluğunda koloniler kurmak yerine, bir gezegende ya da Ay’da insanın yaşamını sürdürmesi için gerekli unsurları içeren yapay bir “biyosfer” yaratarak yaşam alanı oluşturma fikrini daha akla yatkın buluyor. Bu konuda ilgi odağı Mars oldu ve 2025’e kadar orada yeni bir medeniyet yaratılmasını hedefleyenler var. Hollandalıların 2012’de başlattığı Mars One projesine 200 bin başvuru yapıldı. Bunlar arasından seçilen 40 kişiye eğitim verilerek realite şov programlarına hazırlanıyor ve bu şekilde projeye gelir sağlanmaya çalışılıyor. Elbette bu projeye karşı çıkanlar da var; fakat uzayda koloni kurulması fikrine yönelik ilgiyi göstermesi bakımından önemli.
Dev bir Mars Koloni Taşıtı ile Kızıl Gezegen’e insan taşımanın SpaceX yöneticisi Musk’ın da hedefleri arasında olduğu söyleniyor. Musk bunun sadece bir başlangıç olacağına, “Mars’ta koloni kurulduktan sonra bunun tüm Güneş Sistemi’ne de yayılabileceğine” inanıyor. Musk, hızlı uzay araçlarının yapılması halinde Jüpiter’in aylarında, hatta göktaşlarında bile koloni kurulabileceğini ifade ediyor.
Uzaya nasıl gidilecek? Uzayda yaşam nasıl mümkün olacak?
Uluslararası Uzay İstasyonu’nda yaşam, uzay kolonilerinde karşılaşılacak sorunlara dair fikir veriyor. İstasyondaki altı kişiye su taşıma gideri yılda 2 milyar doları buluyor. Gıda ve oksijen tedariki masrafları da cabası. Bu nedenle, uzay kolonisinin kendi kendine yeterli hale getirilmesi adıl ideal olanı.
Bir de insan vücudunun maruz kalacağı sorunlar var: Yerçekimi azlığı kemik ve kaslarda zayıflığa ve kafada basınç birikimine neden oluyor; bu ise geçici ve kalıcı göz sorunlarına yol açıyor. Uzaydaki radyasyon katarakta yol açabileceği gibi kanser riskini de arttırıyor. Öte yandan uyku sorunları ve yalnızlık ruh sağlığını olumsuz etkiliyor. Uzay kolonilerinde bu tür sorunların çözülmüş olması gerekiyor.
Kapalı bir mekânda sosyal ilişkilerin nasıl etkileneceği sorunu da var elbette. Moskova’da Mars500 projesi kapsamında yapılan deneylerde altı kişi 520 gün süreyle 80 metrekarelik bir alanda yaşamak zorunda bırakıldığında birçoğunda uyku, algı ve depresyon sorunlarının ortaya çıktığı gözlendi.
İzole olmuş insanların nasıl yönetileceğine, bu yeni toplumlarda çatışmaların nasıl önleneceğine dair siyasi sorunlar da cevap bekliyor. Bazı bilim insanları ve felsefeciler gelecekte ortaya çıkması muhtemel bu medeniyetler için bir “haklar bildirgesi” hazırlamaya girişti bile.
Diyelim ki başardık; uzayda doğan ve yaşayan insanlar bizlerden farklı mı olacak?
İnsanların uzayda üreme yeteneğine sahip olacağını varsayarsak, ki astronotların karşılaştığı sorunları düşündüğümüzde bunun kesinliği söz konusu değil, bu izole kolonilerin kendine özgü kültürleri olacaktır. Bunlar belki kendi dillerini geliştirecek, hatta yeni fiziksel özelliklere bile sahip olabilecekler.
Portland Üniversitesi’nden Cameron Smith’e göre, 2000 kişilik bir uzay kolonisi 300 yıl içinde bizden farklı bir görünüme sahip olacak, farklı davranış biçimleri geliştirecektir; farklı saç yapısı, farklı bir deri, düşük yerçekimine uygun ve manevra yeteneği daha yüksek bir vücut şekli vb. gibi.
Hatta Smith, bu yeni kolonilerin genetik mühendislik yoluyla yeni organlar bile tasarlayabileceklerine inanıyor; örneğin kozmik ışınlardan korunmak amaçlı organlar, ya da karbondioksitten oksijen sağlamayı kolaylaştırıcı solungaçlar gibi. Böylece Marslılar yapay biyosferden çıkıp yeni evlerine tam olarak yerleşmiş olacaklar.

GÜNEŞ IŞIĞI KİLO ALMAYI YAVAŞLATABİLİR

Fareler üzerinde yapılan yeni bir araştırmaya göre, güneş ışığı kilo alımını ve Tip 2 Diyabetin ortaya çıkmasını yavaşlatabilir.

Diabetes isimli diyabet dergisinde yer alan araştırmayı gerçekleştiren Edinburgh, Southampton ve Avustralya’dan bilim insanları parlayan UV ışınlarının aşırı beslenmiş farelerin daha az yemesine sebep olduğunu ortaya çıkardı.
Aynı zamanda araştırma bünyesinde güneş ışığı alan fareler Tip 2 diyabetin belirtilerinden olan anormal glikoz seviyeleri ve insülin direnci gibi belirtileri daha az gösterdi.
UV ışınlarının bu etkisi, güneş ışığına maruz kalan cildin ürettiği nitrik oksit maddesi ile ilgili.
Nitrik asit içeren bir krem farelerin cildine uygulandığında aynı sonuç yine alındı.
Güneş ışığının insanlar üzerinde benzer bir etkiye sahip olup olmadığı ise daha ileri araştırmalar yapıldığında ortaya konabilecek. Ancak araştırmacılar bulgularının dikkatle ele alınması gerekitğini, çünkü kürklü hayvanlar olan farelerin, normal şartlarda da pek fazla güneş ışığı görmediğini söylüyor.
Edinburgh Üniversitesi’nden doktor Richard Weller “Epidemoloji çalışmalarından biliriz ki, güneş ışığını isteyen insanlar, gölgede kalmayı tercih edenlere göre daha uzun ömürlü oluyor. Bu tür araştırmalar güneşin bize nasıl fayda sağladığını ortaya koyuyor” diyor.
Araştırma ekibinin yöneticilerinden ve Avustralya’daki Telethon Çocuk Enstitüsü’nden doktor Shelly Gorman, araştırmanın güneş ışığının sağlıklı bir hayat tarzı için önemli olduğunu ortaya koyduğunu söylüyor.

BİLGİSAYARLAR ÖĞRENME BİÇİMİNİ DEĞİŞTİRİYOR MU?


Teknoloji, öğrenme ve düşünme biçimimizi geliştirebilir mi? Google yetkilisi yeni bir eğitim çağına girdiğimiz görüşünde.
“Bu keşfiniz öğrenen kişide unutkanlığa neden olacak; çünkü hafızalarını kullanma ihtiyacı duymayacaklar,” diyerek yeni bir teknolojiye yönelik bir kaygıyı ifade ediyordu bir yorumcu. “İnsanlar birçok şeyin dinleyicisi olacak, ama bir şey öğrenmeyecek; bilgeymiş gibi görünecekler ama bir şey bilmeyecekler.”
Socrates bu sözleri bir Mısır kralının ağzından aktarıyordu. Söz konusu teknoloji ise Yazı idi.
İki bin yıl sonra bugün teknoloji değişmiş durumda ama benzer diyaloglara tanık oluyoruz hala. Facebook, akıllı telefon, video oyunları… Hepsinin zararlarından söz ediliyor: Konsantrasyonumuzu bozuyor, dersleri olumsuz etkiliyor, vb.
Bilgi teknolojisinin günlük davranışlarımız üzerindeki olumsuz etkileri konusunda şüphe yok; ancak bilgisayarların beynimize zarar verdiğine dair veri de yok. Aslında belki de bizi daha akıllı kılıyor.

Teknolojinin zihni geliştirme potansiyeli, 21 Ekim’de New York’ta düzenlenen Dünyayı Değiştiren Fikirler Zirvesi’nde Google araştırma bölümü başkan yardımcısı Alfred Spector’un konuşma konusuydu. Basit bazı uygulama programlarının bile düşünme ve öğrenme biçimimize katkıda bulunacağını vurguluyordu Spector. “Bugünkü bilgi teknolojisi benim gençlik yıllarımdakinden kat kat ilerde ve bunun eğitimi de etkileyeceğine inanıyorum,” diyordu.
Teknoloji ve eğitim
Heveslileri açısından teknoloji devrimi başladı bile. Son yıllarda öğrenmeyi kolaylaştıran uygulama programlarının sayısında büyük artış oldu. Oyun yoluyla yabancı dil öğreten Duolingo adlı uygulamayı bugün 40 milyon kişi kullanıyor. Beynin öğrenme ve unutma biçimine dair bilgimiz arttıkça Memrise ve Cerego gibi yabancı dil dahil birçok konuda kullanılan bu tür programlar da yaygınlaşıyor.
Spector, üç önemli ilke temel alındığı sürece çok daha büyük gelişmelerin ufukta olduğuna inanıyor. Spector ilk olarak, öğrencinin düşünme ve öğrenme biçimine uyarlanmış bir öğretim metodunun öneminden söz ediyor. Bu metodu kullanan özel öğretmenden ders alan ortalama bir öğrencinin başarı durumunda büyük bir gelişme kaydedildiğini gösteren araştırmalara dikkat çekiyor. “Özel öğretmenin yerine teknolojinin geçtiğini düşünelim; böylece eğitimde başarı oranının hızla yükselmesi mümkün olacaktır.”

Memrise ve Cerego adlı programlar, bilgiyi hatırlama ve unutma biçimini takip ederek bu stratejiyi belli oranda kullanıyor. Fakat zamanla çok daha gelişkin programlar üretilebilir ve bir zamanlar sadece zengin çocuklarının yararlandığı eğitim olanakları çok daha geniş kitlelere açılabilir.
Spector ayrıca video oyunları tasarımcılarının, çalışma ve öğrenmeyi sıkıcı olmaktan çıkarma yollarını çoktan keşfettiklerini söylüyor. “İnsanlar saatlerce video oyunları oynuyor, bu özellik eğitimde kullanılabilir,” diyor Spector. New York’taki Rochester Üniversitesi’nden Daphne Bavelier, ilgi çekmenin yanı sıra, dikkati yoğunlaştırma yoluyla üç boyutlu ortamların da “algısal öğrenmeyi” kolaylaştırdığını belirtiyor. Bu hafıza müzik enstrümanı veya yabancı dil öğrenmede kullanılıyor ve normalde çocukluk döneminin ardından kapanıyor.
Okullar ortadan kalkabilir mi?
Spector son olarak da öğrenciler arasında etkileşimi arttırmak üzere sosyal ağların kullanılabileceğini belirtiyor. “Fakültede öğrendiğim kadar öğrenci arkadaşlarımdan da öğrendim,” diyor Spector. Gerçekten de Memrise gibi programların popülaritesi biraz da bilgi paylaşımına olanak tanımasından kaynaklanıyor.
Spector bütün bunların bugün hayali gibi gelebileceğini, ama bunları yapacak teknolojinin var olduğunu, sadece biraz daha cazip hale getirilmeleri gerektiğini söylüyor.

Spector bu tür programların toplumda köklü değişiklikler getireceğine, hatta okulların bile belki ortadan kalkacağına inanıyor. Belki de üniversitede geçirilecek süre kısaltılacak, uzaktan eğitim yöntemleri devreye girecek, ya da öğrenciler hangi dersleri görecekleri konusunda daha çok söz sahibi olabilecektir.
Fakat Spector da fazla çaba göstermeden öğrenmenin şimdi farkında olmadığımız ve beklenmedik olumsuzlukları da olabileceğini kabul ediyor.
Konferanstaki başka bir konuşmacının ifade ettiği gibi “İnternet dünyayı düzleştirdi… İstediğimiz her şeyi öğrenme olanağı tanıdı. Bugün akıllı telefonu olan bir genç, on yıllar önce devlet başkanlarının bildiğinden daha fazlasını biliyor.”