2 Ocak 2015 Cuma

DÜNYANIN EN ESKİ ALETİ GEDİZ NEHRİNDEN ÇIKTI

İngiliz, Türk ve Hollandalı arkeologlar Türkiye’de yaptıkları araştırmalarda şu ana kadar bulunmuş en eski işlenmiş taşa rastladı. Yeni bulguların, insanların Afrika’dan Avrupa ve Asya’ya göçünün tahmin edilenden çok daha öne başladığını gösterdiği belirtiliyor.
Arkeologlar Anadolu topraklarının insanların diğer kıtalara göçü sırasında kullandığı en önemli yol olduğunu vurguladı ve Gediz Nehir yatağı çevresinin yerleşim yeri olarak kullanıldığını öne sürdü.
Arkeologların Quaternary Science Reviews akademik dergisinde yayınlanan makalesinegöre, bulunan el aleti kuvarz taşından yapılma. Pembemsi bir rengi olan taşa “insan eliyle biçim verildiği” ifade ediliyor.
Kafatası parçası da bulundu
Araştırma ekibine liderlik yapan İngiltere’nin Royal Holloway Üniversitesi’nden Danielle Schreve, “Bu el aletinin ayakları üzerinde durabilen ilk insan homo erektus tarafından yapıldığını tahmin ediyoruz. Yaklaşık 1,17 ila 1,24 milyon yıl önce Gediz Nehri yakınlarına gelip yerleşmişler. Bölgede bir de homo erektus kafatası parçasına rastladık” dedi.
Daha önce Avrupa’da bulunan en eski insan kalıntılarına İspanya’da rastlanmıştı. Atapuerca’da bulunan 1,2 milyon yıllık ilk insan kemiklerinin Cebelitarık Boğazı üzerinden göç eden ilk insanlara işaret ettiği düşünülüyordu. Gediz Nehri yakınlarında bulunan yeni kalıntılarla birlikte ilk insanların Anadolu üzerinden de göç ettiğini ortaya koyduğu ifade ediliyor.


31 Aralık 2014 Çarşamba


MEDİTASYON AĞRIYI AZALTABİLİR

Amerikalı bilim insanları, meditasyonun kronik ağrıları yatıştırmak için kullanılan ilaçlarla benzer etkiler gösterdiğini belirledi. Utah Üniversitesi’ndan bilim insanları, 8 hafta boyunca kronik ağrılar çeken, kabızlık, ağız kuruluğu ve uyuklama gibi yan etkilere yol açan, vücutta morfin gibi etki gösteren opioid maddesi içeren ilaçları kullananlar ile meditasyon yapan hastalar arasındaki farkı inceledi.
Katılımcıların beyin görüntülerini inceleyen bilim adamları, meditasyon yapanların daha olumlu duygular beslediğini ve ilaca ihtiyaç duymadığını gördü.
Araştırmaya imza atanlardan Eric Garland, opioid maddesiyle tedavi gören hastaların psikolojik olarak günlük hayattaki hazlardan yoksun kaldıklarını ve kendilerini daha iyi hissetmek için söz konusu maddeye daha bağımlı hale geldiklerini belirtti.
Kronik ağrılar için kullanılan söz konusu ilaçların azaltılabileceğine ışık tutan araştırmanın sonuçları “The Journal of Consulting and Clinical Psychology” dergisinde yayımlandı.


FAREYE İNSAN BEYNİ TAKILIRSA NE OLUR?

Bilim adamlarından Steve Goldman, deneylerinde kullandığı farelerde daha üstün bilgiler elde edebilmek için kobay farelerini ameliyat masasına aldı. Farelere insan beyni yerleştirdi…
Steve Goldman ve ekip arkadaşları, araştırmalardan daha gerçekçi bilgiler elde etme amacıyla gerçekleştirmiş olduğu deney farelerinin beyinlerine insan beyni hücreleri yerleştirildi. Yapılan açıklamalara göre farelerde fiziksel veya ruhsal bir değişim yok. Hala fare gibi davranıyorlar. Ancak farelerde akıllanma görüldüğü belirtiliyor. Operasyonlar sonucunda farelere  insan beyin hücresi nakledilse de farelerin yine fare gibi davrandıklarını dile getirdi, “Burada amacımız, beyin ile ilgili hastalıkları daha kolay araştırabilmek ve çalışmalarımızdaki hayati riskleri bertaraf edebilmek için bu yola başvurduk” dedi. İnsan beyin hücresini Fare beynine nasıl naklettiniz? Goldman, “İnsan hücrelerini bir embriyodan alıp bir yavru farelerin beynine enjekte ettik. Farelerin beyinlerindeki insan hücresi yıldız şeklinde gelişti. Her farenin beynine 300 bin adet insan hücresi naklettik. Bir yıl sonra bu hücreler 12 milyona çıktı. Bu hücreler zamanla farelerin kendi hücrelerini beyinden dışarı atmayı başardı” şeklinde cevap verdi. Operasyonla beyinlerine insan hücresi enjekte edilen farelerin diğer farelerden daha akıllı olduğunu kaydeden Steve Goldman, “Hafızalarının dört kat daha fazla geliştiğini gözlemledik” diye konuştu.

İYİ EĞİTİMLİ KİŞİLERDE UNUTKANLIK TEHLİKE İŞARETÇİSİ

Üniversite eğitimi görmüş kişilerin yaşadığı unutkanlıkların, felç habercisi olabileceği belirtildi.
Hollanda’da yapılan ve Stroke dergisinde yayımlanan araştırmaya göre, yüksek eğitimli insanların felç geçirmesi olasılığı, daha düşük eğitimlilere kıyasla % 39 daha fazla.
Rotterdam’da 20 yıl süresince, sağlıklı ve 55 ile daha yukarı yaşlardaki 9.000 dolayında insan incelemeye alındı. Katılımcılara unutkanlık sorunu çekip çekmedikleri soruldu.
2012 yılına gelindiğinde incelemeye alınanlar arasından 1.134 kişi felç geçirmişti.
Rotterdam’daki Erasmus Üniversitesi’nden araştırmacılar elde ettikleri sonuçları inceledi ve daha önce hafıza kaybından şikayetçi olanlar arasında felç tehlikesinin daha yüksek olduğunu gördü.
Felç tehlikesi, daha ileri düzeyde eğitim görmüş bireylerde, daha da yüksek oranda görüldü.
Erasmus Üniversitesi’nde Nöroepidemiyoloji Doçenti olan Arfan Ikram, eğitimin, beynin, bunama gibi bilişsel hasarlara karşı mücadele edebilmesini gösteren iyi bir işaret olduğunu kaydetti.
“Kognitif rezerv” olarak bilinen bu savunma yeteneği, genellikle çocukluk ve ilk yetişkinlik yıllarında oluşuyor ve beyni hasara karşı koruyor.
Doçent Arfan Ikram, “Yüksek eğitimli insanlarda, beyindeki tahribat ve bunamanın oluşumu, daha uzun zaman alıyor. Ama bu kişiler unutkanlıktan şikayetçi olmaya başladıklarında, söz konusu koruyucu mekanizma kaybolmuş oluyor. Bu da, bu insanların ileri bir aşamaya eriştiklerini ve kognitif rezervin artık açığı kapatamadığını gösteriyor.” dedi.
Arfan Ikram, bu tip vakalarda bellek zorunlarının önemli bir uyarı olabileceğini ve bu insanlardaki gelişmelere özellikle dikkat edilmesi gerektiğini kaydediyor.
Felç, beyne oksijen ve besleyici öğeler taşıyan kan damarlarından birinin kan pıhtısıyla tıkanması veya patlaması ile meydana geliyor. Bu olduğunda, beynin bir kısmı gerek duyduğu kan ve oksijeni alamıyor ve beyin hücreleri ölüyor.
İngiltere Beyin Felci Derneği, diyabet, yüksek tansiyon ve yüksek kolestrol gibi sağlık sorunlarının felç tehlikesini artırabildiğini kaydediyor.
Sağlıklı bir yaşam tarzı benimsenmesi, fiziksel bakımdan faal olunması ve sigara içmekten vazgeçilmesi, en büyük tehlike yaratan unsurların azaltılmasında yararlı oluyor.
Doçent Arfan Ikram, ilerki yaşlarda sağlıklı bir beyne sahip olmak, felç ve bunamaya karşı mücadele etmek için erken yaşta önlem alınması gerektiğini de vurguluyor.


BİLİM İNSANLARININ TERS ZAMANI EVREN TEORİSİ

İngiliz ve Kanadalı bilim insanları Büyük Patlama’nın, yaşadığımız evrenin yansıması olan ancak zamanın geriye doğru aktığı bir başka evreni yarattığı teorisini ortaya attı.

İngiliz basınında yer alan haberlere göre, bilim insanları, yaklaşık 14 milyar yıl önce Büyük Patlama meydana geldiğinde, bu evrenin yansıması olan ancak zamanın tersine aktığı bir başka evren daha oluştuğu teorisini geliştirdi.
Teori, İngiltere ve Kanada’daki üniversitelerde görevli bilimadamları Julian Barbour, Tim Koslowski ve Flavio Mercati tarafından ortaya atıldı. ‘Zamanın ibresiyle’ ilgili soru işaretlerini yanıtlama girişimleri çerçevesinde ortaya çıkan teoriye göre, Büyük Patlama meydana geldiğinde, zamanda aksi yönde eşit biçimde hareket eden iki evren oluştu.
Bilim insanları, bu teoriye, Newton’un evrensel kütle çekimi yasasının etkisi altındaki bin parçacığın bilgisayar simülasyon modelini inceleyerek, dinamik harekete ve parçacıklar arasındaki mesafeye odaklanarak ulaştığı belirtildi.
İnceleme sırasında bilim adamları hacimleri ve miktarları ne olursa olsun her bir parçacık gruplaşmasının, düşük kompleksite ölçeği olarak bilinen şeye dönüştüğünü keşfetti, daha sonra dış kısmı her iki yönden genişleterek, iki farklı ve zıt “zaman ibreleri” yarattı.
Bu bulgu, bilim insanlarını, Büyük Patlama’dan sonra iki evrenin oluştuğu, birinde zamanın ileri, diğerinde, en azından bizim perspektifimizden geriye aktığı sonucuna götürdü.
Bilim insanları ayrıca her bir evrenden bakıldığında bir diğerinde zamanın geriye aktığının gözlemleneceğini, bu evrenin, bizimkinin tam anlamıyla aynısı olmayacağını, kendince değişmiş ve gelişmiş olabileceğini belirtti.
Öte yandan bu evrende de aynı fizik kanunların geçerli olacağı, yani bizimki gibi gezegenlere, yıldızlara ve galaksilere sahip olabileceği savunuldu.


PHİLAE 2015 TE UYKUSUNDAN KALKACAK

Avrupa Uzay Ajansı (ESA), 67P/Churyumov-Gerasimenko kuyrukluyıldızına indikten sonra uyku moduna giren Philae uzay aracının kısa süre sonra keşiflere devam edebileceğini duyurdu.
67P kuyrukluyıldızına gerçekleştirdiği tarihi inişte planlanan bölgeye inemediği için yeterince güneş ışını alamayan ve bataryalarındaki enerji tükenen Philae, 2015’te görevine kaldığı yerden devam edebilir.
ESA, Philae’nin kuyrukluyıldız üzerinde yer aldığı konumun yakın zamanda Güneş ışınlarının etkisi altına gireceğini ve uzay aracının güneş panelleriyle gereken enerjiyi toplayabileceğini açıkladı.
Amerikan Jeofizik Birliği toplantısında açıklama yapan Philae baş mühendisi Jean-Pierre Bibring, ‘Philae’nin uykusundan kalkma ihtimalinin Güneş’in hareketine bağlı olduğunu ve uzay aracının Mart-Nisan 2015’te uyku modundan çıkabileceğini’ belirtti.
ESA, Rosetta’nın OSIRIS kamerasıyla 67P kuyrukluyıldızının sürekli fotoğraflandığını ancak Philae’nin tam olarak nereye indiğinin halen kesin olmadığını açıkladı. Bibring, buna rağmen iyimser olduklarını ve uzayın dondurucu soğuklarına dayanabilecek güçte olan Philae’nin yeterli enerjiyi topladığı zaman 10 cihazıyla gözlem ve analizlere devam edebileceğini söyledi.

İndiği yer avantaj sağlayabilir
Rosetta uzay aracından 12 Kasım tarihinde bırakılan Philae, iniş planlandığı gibi gitmediği için kuyrukluyıldıza üç denemede inebilmişti. Hedeflenen noktadan sürüklünen uzay aracı, bir kaya bloğunun gölgesi altında durabilmiş ve enerjisinin neredeyse tamamını üç günden kısa sürede tüketerek uyku moduna geçmişti. Philae, uyku moduna geçmede önce kuyrukluyıldızda fotoğraf çekmeyi ve sondaj yapmayı başararak elde ettiği tüm verileri Dünya’ya göndermişti.
Space.com’a konuşan Bibring, “İnceleme şansı bulduğumuz materyal tek kelimeyle inanılmaz… Buzlu materyalde her zaman bulmak istediğimiz organik bileşenlerin izine rastladık” ifadesini kullandı.
67P kuyrukluyıldızı, Ağustos 2015’te Güneş’e en yakın olduğu yaklaşık 130 milyon kilometre mesafeye gelecek. Yüzeyinde artacak olan sıcaklık nedeniyle, Philae’nin en fazla Mart-Nisan aylarına kadar çalışabileceği düşünülmesine rağmen, uzay aracının indiği gölge alanın bu süreyi uzatabileceği belirtildi.
67P’den 6 kilometre mesafede takibine devam eden Rosetta ise 2015 sonuna kadar kuyrukluyıldızı gözlemlemeye devam edecek.

BEYNİMİZİN YARISIYLA YAŞAYABİLİR MİYİZ?

Beyninin bir kısmı olmadığı halde normal yaşamını sürdüren uç örnekler var. Tom Stafford bunun nasıl mümkün olabildiğini açıklıyor.
Beynimizin ne kadarına gerçekten ihtiyaç duyuyoruz? Beyninin bir kısmı olmayan ya da hasara uğramış olan insanlarla ilgili haberler son zamanlarda medyada birkaç kez yer aldı. Bu vakalar beynin nasıl çalıştığını tam olarak anlamadığımız gibi onu yanlış ele alıyor olabileceğimizi de gösteriyor.
Birkaç ay önce, bir kadının beyninin arka kısmındaki beyincik bölgesinin olmadığına dair bir haber çıktı. Yani bu kısım hasar görmüş değildi, hiç yoktu. Bazı tahminlere göre toplam beyin hücrelerimizin yarısı beyincikte bulunuyor. Ama 24 yaşındaki bu kadın normal bir yaşam sürüyordu. Eğitimini tamamlamış, evlenmiş ve normal bir hamileliğin ardından bir çocuk sahibi olmuştu.
Ama bu durumun kadın üzerinde tümüyle etkisi yok denemezdi. Ömrü boyunca tereddütlü, hantal hareket etmişti. Ama asıl şaşırtıcı olanı, beyninin bir kısmı olmayıp da hareket edebilmesiydi. Beyincik beynin öylesine temel bir bölgesidir ki ilk omurgalı canlılarda ortaya çıkmıştır. Dinozorların hayatta olduğu dönemde bile köpekbalıklarının beyincikleri gelişmiş durumdaydı.
Basit bir şema yok
Bu olay beyin konusunda bilimin içinde bulunduğu acıklı durumu gösteriyor. Beyincik gibi bazı önemli bölgelerin işlevi konusunda bile fikir ayrılıkları var hala. Bu tür vakalar ortaya çıktığında beyin hakkındaki cehaletimiz de gün yüzüne çıkıyor. Hastanelerdeki beyin taramaları, beyin yapısının kişiden kişiye farklılık gösterebildiğini ortaya koyuyor. Bu farklılıkların, yakından gözlendiğinde davranışlarımız üzerinde etkili olduğunu görmek de mümkün olabilir.
Beyinciği olmayan kadın vakası, beyinle ilgili basit bir şemanın bulunmadığını gösteriyor. Beyni, görme bölgesi, açlık ya da sevgi hissi bölgesi gibi bölümlere ayırarak basitleştirmek cazip gelse de aslında beyinde böyle bölgeler yoktur. Çünkü o, her işlevden sadece bir bölgenin sorumlu olduğu teknolojik bir aygıt değildir.
Beyninde şeritle yaşamak
Bir başka vaka ise bir süredir beyninde şerit paraziti ile yaşayan bir adamla ilgili. Dört yıldan beri beyne yuvalanmış olan bu şerit, epilepsi krizlerine benzer nöbetlere, hafıza sorunlarına ve ilginç koku duyumlarına yol açmış. Aslında beyinde canlı bir varlığa rağmen az denebilecek yan etkiler bunlar.
Beyin gelişmiş bir teknolojik aygıt olsaydı işlemeye devam etmesi mümkün olmazdı. Beynin dayanıklılığının nedenlerinden biri onun ‘esnek’ olması, bulunduğu ortama uyum sağlama özelliği. Bir başka neden ise Nobel Ödülü sahibi nörolog Gerald Edelman tarafından geliştirilen bir konseptle ilgili olabilir. Edelman biyolojik fonksiyonların çok sayıda yapı tarafından desteklendiğini fark etmişti; örneğin bir tek fiziksel özelliğin birçok genin kodlaması sonucu olması gibi. Böylece bir tek genin ortadan kalkması o özelliğin ortaya çıkmasını engelleyemiyor. Bir tek fonksiyonun çok sayıda farklı yapılar tarafından desteklenmesi özelliğini Edelman ‘soysuzlaşma’ olarak adlandırdı.
Bir fonksiyon, birçok bölge
Aynı şey beyin için de geçerli. Beynimizin tek tek fonksiyonları belli bölgelerde toplanmış olmayıp birçok bölgenin desteğiyle gerçekleşiyor; bunların işleyişi benzer olsa da küçük farklılıklar da içeriyor. Bir tarafta meydana gelen aksaklık diğer bölgeler tarafından telafi ediliyor.
Beynin işleyişini inceleyen bilişsel nörologların beyindeki farklı bölgelerin ne iş yaptığını tespit etmeye çalışırken karşılaştığı sorun da bu işte. Bir bölgeye sadece bir fonksiyonu atfederseniz yanlış sonuçlara varırsınız.
Beyincik tek tek özel hareketleri kontrol eden bölge olarak biliniyor. Fakat bazal gangliya ve motor korteksi adı verilen bölümler de vücut hareketlerimizle yakından ilgilidir. Hepsi de aynı şeye katkıda bulunduğunda her bir bölgenin tam olarak işlevini belirlemeye çalışmak yanlış bir yaklaşım olur.
Hafıza da çok sayıda beyin sistemlerinin kontrolünde olan temel bir biyolojik fonksiyon. Daha önce bir kez gördüğünüz birine rastladığınızda o kişinin iyi biri olduğunu ya da yaptıkları iyi bir şeyi hatırlıyor olabilir, ya da sizde iyi duygular uyandırdığını düşünebilirsiniz. Bunların tümü o kişiye güvenebileceğinizi farklı şekillerde size hatırlatan hafıza biçimleridir.
Edelman ‘soysuzlaşma’ özelliğini doğal seleksiyonun kaçınılmaz bir ürünü olarak görüyor. Bu olgu beyne ilişkin olağandışı durumların neden felaketle sonuçlanmadığını açıklıyor aslında. Bir de bilim insanlarının neden beynin işlevlerini anlamakta zorluk çektiğini.
Tom Stafford


AIDS ARTIK ÖLÜMCÜL DEĞİL

Doç. Dr. Asuman İnan, HIV virüsü ile AIDS’in artık ölümcül değil, kronik bir hastalık olarak kabul edildiğini belirtti.
Klimik Derneği AIDS Çalışma Grubu Genel Sekreteri Doç. Dr. Asuman İnan, HIV virüsü ile AIDS’in artık ölümcül değil, kronik bir hastalık olarak kabul edildiğini belirterek, hastalıkla yaşlananların tansiyon, şeker, kalp hastalığı gibi ek hastalıkları olduğunu bildirdi.
İnan, yaptığı yazılı açıklamada, AIDS hastalarının hastalıklarını ilk öğrendiklerinde kabullenmeme ve panik duygusu yaşadıklarını, işleri ve aileleri konusunda kaygıya kapıldıklarını kaydetti.
Hastalığın cinsel yolla bulaşması nedeniyle hastaların özellikle izole bir ortamda bilgi almak istediklerini, hastanelerin iş yoğunluğu nedeniyle bunun her zaman mümkün olamadığını aktaran İnan, “Sağlık Bakanlığı Gönüllü Test ve Danışmanlık Merkezi olduğumuz için deneyimli bir hekimle ilk görüşmelerini yapmış olsalar bile tedavi ve gelecek yaşam kalitesi konusunda konuşulduğu, önemli bilgiler ve kararlar verildiği için tedirgin oluyorlar. Ayrıca enfeksiyonun durumunu belirlemek için çok sayıda tetkik ve farklı disiplinlerden görüş istendiği için doğal olarak yoruluyorlar” değerlendirmesinde bulundu.
HIV/AIDS hastalarını izleyen hekimlerin dışında kalan doktorların, bulaşma yollarını tam olarak bilmediklerinde, hastaları yanlış yönlendirebildiklerini vurgulayan İnan, hastaların, yanlış bilgilenme sonucunda hastalıklarının ölümcül olduğunu düşünerek, ümitsizliğe kapılabildiklerini aktardı.
İnan, “Hekimlerin de en çok hastalığın kendilerine ya da diğer hastalara bulaşması, ameliyathane ya da hastane ortamı içinde yayılmasından çekindiklerini, yapacakları tetkik ya da girişimlerin olumlu bir sonuca varmayacağı kaygısı taşıdıklarını düşünüyorum. Hastalığın bulaşma yolları ve güncel yönetimi konusundaki bilgi ve farkındalıklarını artırmalarını, çok yoğun olsalar da zaman ayırıp, kurslara ve diğer eğitim programlarına katılmalarını öneriyorum” ifadelerine yer verdi.
Doç. Dr. Asuman İnan, virüsün dış ortamda uzun süre canlı kalmadığını belirterek, çamaşır suyu gibi dezenfektanlara karşı duyarlı olduğunu, tokalaşma, öpüşme ve havlu gibi ortak eşyaların kullanımıyla bulaşmadığını kaydetti. İnan, hastalığın, en çok korunmasız cinsel temas, kan, semen gibi virüsü taşıyan vücut sıvılarıyla bulaştığını bildirdi.
‘HIV/AIDS ARTIK ÖLÜMCÜL DEĞİL KRONİK BİR HASTALIKTIR’
En bulaştırıcı grubun viral yükü yüksek olan ve tedavi almayan hastalar olduğunu belirten İnan, bulaşma ve bulaşmama yollarının kesin olarak bilinmesinin, hastalara yaklaşımı değiştireceğini dile getirdi.
Klimik Derneği AIDS Çalışma Grubu Genel Sekreteri Doç. Dr. Asuman İnan, açıklamasında şunları kaydetti:
“Bazen evlilik öncesi testlerde pozitif çıkan hastalarımın evliliklerinin iptal olması, işten başka nedenler gösterilerek çıkarılmaları, aileleri tarafından dışlanmaları, ek hastalıkları için gerekli girişimlerde aksamalar, sadece insan olarak beni üzmekle kalmayıp, tedavi ve hastalık sürecini de etkileyen durumlardır. HIV/AIDS artık ölümcül değil, kronik bir hastalık olarak kabul edilmektedir. Dolayısıyla bu hastalıkla yaşlanan hastaların tansiyon, şeker, kalp hastalığı gibi ek hastalıkları olmaktadır. HIV enfeksiyonu olanların test yaptırmalarının, tedavi olmalarının, her türlü sağlık sorunları için gerekli tıbbi bakımı en iyi şekilde almalarının kolaylaştırılması, sosyal ilişkileriyle işlerinin bu durumdan etkilenmemesinin sağlanması, normalleştirilmesi, vakaların ortaya çıkması ve hastalığın yayılımının önlenmesi için en etkili yol olacaktır diye düşünüyorum.”


TÜRKİYE’NİN İLK ÇİP FABRİKASI KURULUYOR

ASELSAN ve Bilkent Üniversitesi ortaklığında kurulacak Türkiye’nin ilk çip fabrikasının temeli 23 Aralık 2014 Salı günü düzenlenecek törenle atılacak.

ASELSAN ve Bilkent Üniversitesi ortaklığında kurulan savunma, uzay, haberleşme ve enerji sektörleri için bir saç telinden daha ince ve dayanıklı malzemelerin üretileceği Türkiye’nin ilk çip fabrikasının temeli 23 Aralık 2014 Salı günü, düzenlenecek törenle atılacak.
“AB-MikroNano” şirketin temiz odaları ve ilk kez denenecek teknolojilerle inşa edilecek binasının temeli, Bilkent yerleşkesinde yer alan Bilkent Cyberpark Teknokent bölgesinde Milli Savunma Bakanı İsmet Yılmaz’ın katılımıyla düzenlenecek törenle atılması planlanıyor.
Türkiye, bu tesiste üretilecek GaN temelli çipler sayesinde savunma radarı, elektrikli araba, yüksek hızlı tren ve 4G/5G cep telefonu sistemleri gibi stratejik teknolojiler üretebilen dünyanın 4. ülkesi konumuna yükselecek.
Şirketin 30 milyon dolarlık bir yatırımla kurulduğunu aktaran Bilkent Üniversitesi Nanoteknoloji Araştırma Merkezi (NANOTAM) Başkanı ve AB-MikroNano şirketinin Genel Müdürü Prof. Dr. Ekmel Özbay, “Şirketimiz üniversite-sanayi işbirliği açısından Türkiye’ye örnek olacak. Türkiye’de ilk kez bir üniversite elini taşın altına koyuyor ve üniversitede geliştirilen teknolojinin ticarileşmesi için sanayi ile beraber bu tür bir işbirliğine giriyor. ‘Spin-off’ olarak adlandırılan ve ABD’de sayıları onbinleri bulan bu tür yüksek teknoloji şirketleri Türkiye’nin kalkınması ve ferahı açısından çok önem taşıyor” değerlendirmesinde bulundu.
TÜRKİYE’NİN İLK TİCARİ ÇİP FABRİKASI
Laboratuvar ortamında geliştirdikleri teknolojilerin, bir fabrikada ürün olarak ortaya çıkmasının bir zamanlar ancak hayal edilebildiğini, ancak bu hayallerinin gerçeğe dönüştüğünü ifade eden Özbay, “Hep konuşuyorduk şimdiye kadar: ‘Yaptığımız işler, ticari ürüne dönüşecek, Türkiye zenginleşecek’ diyorduk, ama bir türlü olmuyordu. Şu an bunu oldurmuş durumdayız. 2014 Kasım ayında ASELSAN ve Bilkent Üniversitesinin yüzde 50-yüzde 50 ortaklığıyla kurulan şirketin, üretim tesisinin temelini atıyoruz. Türkiye’nin ticari anlamda ilk çip üreten şirketi olacağız” dedi.
Savunma, uzay, havacılık ve enerji sektörlerinin gelişebilmesi için mikro nano çiplerin stratejik önemine işaret eden Özbay, “Türkiye’nin satın aldığı, bazen istese bile temin edemediği çiplerin çok daha gelişmişlerini bu tesiste yapacağız. Böylece artık Türkiye de katma değeri yüksek teknolojik ürünler geliştirebilir bir ülke konumuna yükselecek. Şirket tarafından üretilecek nanoteknoloji temelli ürünler ihraç da edilecek. Teknolojisine kendimiz geliştirdiğimiz için yüksek katma değerli ürünleri üreteceğiz. Yani Türkiye bir koyup 10 kazanacağı bir sektöre giriyor” ifadesini kullandı. Özbay, şirketin adının ASELSAN’daki A harfi ile Bilkent Üniversitesi’ndeki B harflerinden yola çıkarak AB-MikroNano ismini aldığını bildirdi.
‘DÜNYA İLE YARIŞIR TEKNOLOJİ DÜZEYİNİ YAKALADIK’
Prof. Dr. Özbay, ASELSAN’la birlikte son 10 yıldır galyum nitrat teknolojileri üzerine malzeme geliştirdiklerini, bu malzemeyle yapılan çiplerin, çok yüksek sıcaklık ve çok düşük sıcaklıklarla çalışabildiğini, dolayısıyla başta savunma, uzay, enerji olmak üzere hemen hemen her elektronik sektöründe ürün geliştirmek için stratejik önem taşıdığını vurguladı. Özbay, “SSM, MSB Ar-Ge, TÜBİTAK ve Kalkınma Bakanlığı tarafından desteklenen projeler kapsamında yaptığımız çalışmalar ile dünyayla yarışır bir teknolojik düzeyi yakaladık” dedi.
Saç telinden çok daha ince ve dayanıklı malzeme üretimine imkan veren nano teknolojiyi ve mikro teknolojiyi kullanarak çiplere çok üstün özellikler kazandırdıklarına işaret eden Özbay, böylece çiplerin gücünü 10-100 kat artırabildiklerini söyledi.
Bu çiplerin haberleşmede 4G-5G teknolojilerinin hızlı gelişimine imkan tanıyacağını kaydeden Özbay, “Çipler sayesinde baz istasyonlarında daha güçlü teknolojiler kullanılabilecek, bu sayede cep telefonlarının internet iletişimi de hızlanacak” dedi.
SAVUNMA KALKANI BU ÇİPLER İLE YAPILACAK
Tesiste üretilecek çiplerin Türkiye’nin “savunma kalkanı” projesi ve enerji sektöründe de de kullanılacağını aktaran Özbay, şöyle konuştu:
“Çipler Türkiye için kritik öneme sahip olan savunma radarlarında da kullanılacak. Geliştirdiğimiz teknoloji sayesinde bu radarların güçleri 5-10 kat artacak ve görüş menzilleri sınırlarımızın çok ötesine uzanacak. Bu savunma radar sistemleri ASELSAN tarafından üretilecek. Şirket aynı zamanda, TUSAŞ, Meteksan Savunma, TÜBİTAK Uzay ve benzeri Türk savunma, havacılık ve uzay sanayi kuruluşlarının ihtiyaçlarına yönelik çipler geliştirecek.
Çipler enerji sektöründe de kullanılacak. Güneş enerjisi, hidroelektrik santraller ya da rüzgar enerjisiyle üretilmiş elektriğin bir yerden bir yere taşınması sırasında voltajın 4-5 kez çevrilmesinden (yükseltilmesi veya azaltılması) kaynaklanan ve yüzde 20’ye varan enerji kayıpları ortadan kalkacak. Böylece bir anlamda mevcut tesislerle Türkiye yüzde 20 daha fazla elektrik gücüne kavuşmuş olacak.”
Prof. Dr. Ekmel Özbay, Türkiye’nin çok önem verdiği yüksek hızlı tren ve elektrikli araba teknolojilerinde yeni nesil yüksek güçlü çipleri kullanmayı planladıklarını ve bu sayede bu sistemlerde yer alan elektrik motorlarının çok daha güçlü ve verimli hale geleceğini sözlerine ekledi.


KEPLER, DÜNYADAN 2.5 KAT BÜYÜK GEZEGENİ TESPİT ETTİ

Amerikalı astronomlar, Kepler uzay gözlemevinin yardımıyla, Dünya’dan 2,5 kat büyük olan bir gezegen tespit ettiler.
HIP 116454b adını alan uzay cismi, gezegenimizden 180 ışık yılı uzaklıktaki yıldız sisteminde bulunuyor. Gezegenin ağırlığı, Dünya’nın 12 katı.
Harvard-Smithsonian Astrofizik Merkezi’nin yaptığı açıklamaya göre yeni keşfin en büyük özelliği, NASA’nın “gezegen avcısı” lakabıyla tanınan Kepler teleskobunun geçen yıl dört dümeninden uzayda yönelimini sağlayan ikincisinde arıza yaşanması nedeniyle devre dışı kalacağı düşünülüyordu. Arızalanan dümen, aracın işleyişinde kilit öneme sahip, zira uzak mesafede bulunan cisimlerin koordinatlarını yüksek bir hassasiyetle belirlemeye yarıyor. Ancak Amerikalı bilim adamları teleskobun çalışmasını sağlayacak birkaç ayar yapmayı başardı.

Harvard-Smithsonian Astrofizik Merkezi’nden Andrew Vanderburg, “Küllerinden doğan Phoenix gibi Kepler de keşiflerine devam etmek için yeniden doğdu” ifadesini kullandı.

AYIN GİZEMLİ KARANLIK YÜZEYİNE UZAY ARACI GÖNDERİLİYOR!

İnsanoğlu uydumuz Ay’ı her zaman gizemli bulmuştur. 21. Yüzyılda ise gelişen teleskoplarımız sayesinde ve uzay mekikleri aracılığıyla Ay hakkında bolca bilgi sahibiyiz. Fakat popüler kültüre konu olan bir konu var ki o da Ay’ın karanlık yüzeyi. Konuyla ilgili o kadar çok söylenti var ki, karanlık yüzeyde yaşayan uzaylılardan, düşmüş UFO’lara kadar uzanıyor. Bu söylentilerin sonunu getirecek girişim ise KickStarter’daki Lunar Mission One projesi.
KickStarter’da uzun süredir bağış toplayan proje ile, ayın güney kutbuna yani karanlık bölgeye insansız uzay aracı gönderilecek. Başlangıçta fon olarak 600 bin sterlin hedefleyen proje, tüm Dünya’da ilgi görmesiyle beraber 672 bin sterlin (2.4 Milyon TL) seviyesine ulaştı. Lunar Mission One uzay aracı Ay’a indiğinde 20 metre ile 100 metre arası kazı yapabilecek ve kayaçlardan aldığı örneklerle Dünya’dakileri karşılaştıracak. Araç ayrıca isteyen bağışçılardan toplanan DNA bilgisini, fotoğraf ve mesajları bir zaman kapsülü içerisinde bir anı gibi Ay’a taşıyacak.
Lunar Mission One görevi başarılı olması halinde Dünya’ya göndereceği fotoğraflar şimdiden büyük merak uyandırmış durumda. Uzay aracının önümüzdeki 10 yıl içerisinde Ay’a fırlatılması bekleniyor.


TÜRK’E ÖZEL YALAN MAKİNESİ

Üsküdar Üniversitesi’nde, beyindeki sinyallerin aktarılmasıyla elde edilen verileri değerlendiren yalan makineleri, Türk kültürüne uygun üretilecek. Prof. Dr. Tarhan, “Amerikalıların ölçeğine göre yalan denilen şeyler bizim için doğal olabilir” dedi
Üsküdar Üniversitesi’nde, beyindeki sinyallerin bilgisayarlara aktarılması yoluyla elde edilen verilerin değerlendirildiği proje kapsamında yalan makineleri, Türk kültürüne uygun şekilde üretilecek. Üniversitenin kurucu rektörü Prof. Dr. Nevzat Tarhan, kişinin doğru söyleyip söylemediğine ilişkin ölçülebilir bilgilere bu yolla ulaştıklarına dikkati çekti. Tarhan, şöyle devam etti, “Geçtiğimiz dönemde bir yasa çıktı. Türkiye’de yalan makinesiyle ilgili istihbarat yapısı içinde ve güvenlik güçleri çerçevesinde kullanma kararı alındı. Bu büyük ithalat gerektiren bir durum. Her il ya da ilçedeki yerlerde sorgulama esnasında yalan makinesi kullandıracaksınız. Bu da önemli miktarda ithalat ve döviz kaybını gerektiriyor. Biz üniversite olarak bunu yapabilecek öğretim üyesi kadrosuna sahibiz. Yaptığımız çalışma zaten maliyeti ciddi bir şekilde azaltacaktır.”
Amerikalı kıskançlığı normal kabul eder ama Türk etmez
Prof. Tarhan, proje hakkında şu bilgileri verdi “Biz Türk kültürüne uygun yalan makinesi geliştireceğiz. Mesela eşinin kıskançlığıyla ilgili bir soru sorduğun zaman bir Amerikalı bunu normal kabul edebilir. Beyinde onunla ilgili yalan tepkisi vermeyebilir. Ama bizde kıskançlıkla ilgili bir soru sorduğunuzda, Türk toplumunda, kültürel yapımıza göre beyin daha duyarlı tepki verir. Biz yazılımda bunu da geliştireceğiz. Kültürel özellikli bir yalan makinesi üreteceğiz. Bu nedenle hata ihtimali daha az olacak. Mesela bir Karadenizli’nin silah gördüğü zaman beynindeki tepkiyle bir Egeli’nin tepkisi aynı olmaz. Bir Avrupalı’nın aynı olmaz.”

2014 ÖNEMLİ TEKNOLOJİK BULUŞLARA SAHNE OLDU

ODTÜ Kimya Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ural Akbulut, uluslararası bilimsel yayınlar Science ve Nature bu şeklinde kaynaklardan 2014’te dünya İlim dünyasında yaşanan önemli olup bitenleri derledi.
Buna göre, 2014’ün azami teknolojik buluşlarından biri, ABD’de Cincinnati Üniversitesinde Biyokimya ve Hücre Biyolojisi profesörü bulunan J. M. Wells, kök hücreden minyatür insan midesi üretmesi oldu.
Geçen sene kök hücreden minyatür böbrek üretilip başarıyla fareye nakledildi, fakat kök hücreden minyatür insan midesi üreten olmadı. Araştırmacılar, helikobakter pilori isimli bakterinin sebep bulunduğu gastrit, ülser ve birtakım mide kanserlerinin tedavisi için bu bakteriyi yakından inceliyor. Bu mide hastalıkları, hayvanlarda gelişmediği için hastalık mekanizmasını araştırabilmek amacıyla Prof. Dr. Wells, kök hücreden minyatür insan midesi ürettiklerini açıkladı.
Minyatür midelere helikobakter pilori bakterisi enjekte edilince, bakterinin normal midedeymiş bu şeklinde büyüyüp yayıldığı açıklandı. Bu yöntemle üretilecek minyatür organlara ’organoid’ deniliyor. Organoidlerin, problemlerin büyüme mekanizmasının anlaşılmasını sağlayarak tedavinin başarısını arttırması bekleniyor. Wells, mide kanseri sebebi ile ameliyat olanların midelerine bu yöntemle yama yapmanın olasıdır olabileceğini vurguladı. Çalışma, Nature Dergisi’nde yayımlandı.
Fare beynine nakledilen nöral kök hücreler çalışır bir duruma geldi
Lüksemburg Üniversitesi Biyomedikal Sistemler Merkezinde (LCSB), indüklenmiş nöral kök hücreler farelerin beynine başarıyla nakledildi. Prof. Dr. J. Schwamborn ve doktora öğrencisi K. Hemmer, naklettikleri kök hücrelerin 6 ay sonra beyne ahenk sağlayıp beyindeki nöral devrelerle bağlantı kurduğunu açıkladı.
Schwamborn, indüklenmiş nöral kök hücreleri farelerin bağ dokularından elde ettiklerini açıkladı. Daha öncelikle yapılan eşi çalışmalarda, indüklenmiş pluripotent kök hücre (tüm hücre tiplerine dönüşebilme yeteneğine sahip kök hücre) kullanılmaktaydı. Ancak o hücreler, hayvan deneylerinde uygulandığında çoğu defa tümöre dönüşmekteydi. Bu çalışmada, uygulanan hücreler ise tümöre dönüşmediği bu şeklinde fonksiyonel bir duruma geldi.
Schwamborn, bu teknolojiyi geliştirip bireylere uygulama etabına getirmek istediklerini fakat bunun için uzun yıllar gerektiğini açıkladı. Parkinson hastaları için hastaların beynindeki hasta nöronların yerine, bu yöntemle imal edilen sıhhatli nöronların yerleştirilmesi hedefleniyor. Bu çalışma, Stem Cell Reports Dergisi’nde yayımlandı.
Lazer ışınıyla objeler devinim ettirildi
Avustralya’da geliştirilen lazer ışınlarıyla, küçük bir obje 20 santimetre uzağa taşındı. Avustralya Ulusal Üniversitesinin Lazer Laboratuvarı’nda geliştirilen ve içi anlamsız bir boru şeklindeki lazer ışınıyla, küçük objeler itilerek ve ya çekilerek devinim ettirilebiliyor.
Prof. Dr. W. Krolikowski ve takımı altınla kaplı küçük bir camı, lazerle öteki tekniklerden 100 kat uzağa taşıdı. İçi anlamsız bulunan ve dışı altınla kaplanan küçük camların lazerle devinim edebilmesi için çaplarının 0,2 milimetre ve ya daha küçük olması gerekiyor. Lazer ışınının ortasında bulunan boşluktaki camın ve camın çevresindeki havanın lazerle ısıtılması yardımıyla camın devinim ettiği açıklandı.  Bu meslek Nature Photonics’te yayımlandı.
İnsan beynini misal saha entegre dönem yapıldı 
İnsan beynini misal saha Doç. Dr. K. Boahen, normal bir bilgisayardan 9 bin defa hızlı muamele oluşturan bir entegre dönem üretmeyi başardı. ABD’de Stanford Üniversitesinin Biyomühendislik Laboratuvarı’nda çalışan Boahen ve ekibinin geliştirdiği entegre devrelerle yapılan dönem kartı, 40 bin dolara mal oldu.
Boahen, süratli üretime geçildiğinde dönem kartının maliyetinin 400 dolara kadar düşeceğini açıkladı. Boahen, bir sıçan beyninin korteks bölümünün dahi bir masaüstü şahsi bilgisayardan 9 bin kez hızlı muamele yaptığını hatırlattı. Boahen, farenin beyninde belirli bir muamele yapılırken harcanan enerjinin, tıpkı işlemi oluşturan bilgisayardan 40 bin kat daha az kuvvet kullandığını da vurguladı.
Neurogrid denilen sistem, takribî bir milyon nöron ve bir milyar sinaptik bağlantıya eşdeğer muamele yapabiliyor. Bu sistemle, felçli hastalara elektronik kontrollü protez mafsal takılarak yürümeleri sağlanabilecek. Bu buluş, IEEE yönünden yayımlandı.
Karınca boyutunda telsiz cihazı yapıldı 
ABD’nin Stanford Üniversitesinde Yrd. Doç. Dr.  A. Arbabian ve ekibi, boyutu bir karınca kadar bulunan ve pil kullanmayan telsiz cihazı yaptı. Arbabian, Elektrik Mühendisliği laboratuvarlarında geliştirdiği telsizi, gerektiğinde kitap sayfalarının arasına da koyabilmek için ürettiğini açıkladı. Arbabian, üç sene önce, normal telsizi yeterince küçültemeyeceğini ayrım etti. Arbabian, müşteri ve veren antenleri küçülttü fakat pil küçülemeyeceği için telsizi pilsiz yapmanın şeklini aradı.
Kısa sürede, telsizdeki müşteri antene ulaşan elektromanyetik dalgaların enerjisini kullanan telsizi tasarlayıp üretti. Sistemin küçültülüp pile gereksinim duymaması için telsizin bütün parçalarını, küçük bir entegre devreye (mikroçip) sığdırdı. Bu telsizin hedefi konuşarak haberleşmek değil, cep telefonu ve eşi cihazlardan internet vasıtası ile akıllı cihazlara buyruk iletmek. Mikrofon ve hoparlöre de lazım kalmadığı için telsizin tek bir entegre devreye sığması olasıdır oldu. Telsizin maliyetinin bir dolardan az olduğunu açıklayan Arbabian, ilerde bu telsizlerden trilyonlarcasını ev ve iş yerlerine yerleştirerek dünyanın her yerine ulaşılabileceğini belirtti.
ABD’de metastatik kanser hücrelerini bulunmaz eden bir metod geliştirildi
ABD’de Cornell Üniversitesinin biyomedikal mühendislik laboratuvarında, akyuvarlara iki çeşit protein bağlanarak metastatik kanser hücreleri bulunmaz edildi. Kanserde, ameliyat ve radyoterapi ile primer tümörlerden kurtulmak olasıdır olabiliyor. Ancak kan ve ya lenf dolaşım sistemi arasında devinim eden metastatik kanser hücrelerini bulunmaz etme imkanı henüz yok. Cornell Üniversitesinde profesör bulunan M. King, insan kan örneğine benzer bir karışımda, E-selectin ve TRAIL proteinlerini akyuvarlara bağladığını açıkladı. Yaptıkları gözlemler, bu iki proteinle kaplı akyuvarlarla karşılaşan kanser hücrelerinin tamamının yaşamını kaybettiğini gösterdi. Laboratuvarda yürütülen bu çalışma, kanser hastaları için yeni bir ümit oldu. Çalışma, Proceedings of the National Academy of Sciences of USA yönünden yayımlandı.
Nanomotorlar diri insan hücresinin arasında devinim ettirildi
ABD’de, Penn State Üniversitesinde kimya profesörü bulunan T. Mallouk ve takımı üç nanometre uzunluğunda altın-rutenyum çubukları hazırladı. Üç nanometrelik altın-rutenyum çubuklar, bu çeşit deneylerde uygulanan ve Henrietta Lacks (HeLa) isimli kadından tahsil edilmiş rahim ağzı kanser hücrelerinden laboratuvar çalışmalarında kullanılmak üzere hususi şekilde imal edilmiş bulunan diri kanser hücrelerine  yerleştirildi.
Canlı hücre içindeki nano çubuklar, ultrasonik dalgalar yardımıyla devinim ettirildi. Nano çubuklar, manyetik saha uygulanarak döndürüldü. Mallouk, diri hücre arasında devinim eden ve döndürülen ilk nano motoru oluşturan şahıs oldu. Nano motorlar, birbirinden müstakil devinim ettiği için kanser tedavisinde kullanılabilecekleri açıklandı. Nanomotor hızlanınca, hücre içindeki her şeyi parçaladığı belirtildi. Mallouk düzen geliştikçe, sıhhatli hücrelere ziyan vermeden kanserli hücrelerin bulunmaz edileceğini açıkladı. Çalışma, Angewandte Chem. Int. Ed. Dergisi’nde yayımlandı.
Grafen uygulanan ilk bükülebilir ekran yapıldı
Grafen isimli malzeme, elmas bu şeklinde doğal karbon atomlarından oluşuyor. Grafit isimli malzemede, karbon atomlarının oluşturduğu levha katmanlarından her bir tekine grafen deniliyor. Bu levhaların kalınlığı tek bir karbon atomu kadar. Grafen, 2004’te Manchester Üniversitesinde grafitten elde edilinceye kadar pek bilinmiyordu. Grafenin keşfi, nanoteknoloji dalında ve mikro boyutlardaki elektronik materyallerin üretiminde önemli bir büyüme oldu.
İngiltere’de Cambridge Üniversitesi Grafen Merkezinde, ilk defa grafen kullanılarak esnek ekran üretildi. Televizyon, bilgisayar ve ya telefon ekranlarının bükülebilir olması için ayrıcalıklı malzemeler denendi. Bükülebilen bir ekranda, görüntü elde etmek için kullanılacak bulunan malzemeler elektriği iletmeli ve şeffaf olmalıydı. Elektrik ilettiği ve şeffaf bulunduğu için en çok aşırı uygulanan materyal ITO (İndiyum-Kalay Oksit) isimli maddeydi. Grafen ITO’dan ve eşi oksitlerden çok aşırı daha esnekti. Bu buluş sayesinde, grafen kullanarak giysi bu şeklinde giyilebilen ekran yapma şansı doğdu.
Güneş enerjisini elektrik enerjisine çevirip depolayan sistem
Güneş pilleriyle, güneş enerjisi elektrik enerjisine çevriliyor ve akülere aktarılıp depolanıyor. Elektrik aktarılırken enerji kaybı çok aşırı çok oluyor. ABD’de Ohio State Üniversitesinde geliştirilen güneş enerji pillerinin, elde ettiği elektriği kendi arasında depoladığı açıklandı. Kimya profesörü Yiying Wu, bu sistem, elektriği üretim etabında kendi arasında depoladığı için enerji kaybının en az kurda olduğunu belirtti. Bu meslek Nature Dergisi’nde yayımlandı ve patent başvurusu yapıldı.
Güneş sistemi dışında ilk defa su bulutu bulundu
Avustralya’da New South Wales Ünivesitesinde fizik profesörü bulunan C. Tinney ve ABD’den üç araştırmacı, güneş sistemi dışındaki ilk buz bulutunu buldu. Güneş sistemindeki Jüpiter, Satürn, Uranüs ve Neptün dev boyutlarda gaz gezegenlerdir. Bu gaz gezegenlerde, donmuş su bulutları bulunduğu biliniyordu. Ancak güneş sistemi dışında buz bulutuna rastlanmamıştı. C. Tinney ve ekibi, Şili’de Las Campanas Gözlem Evi’nde, yakın kızılötesi teleskobuyla güneş sistemi dışındaki bir gök cisminde donmuş su bulutu buldu.
Bu gök cismi, daha öncelikle NASA’nın feza vasıtası yönünden saptama edilmişti fakat dünyadan görülebileceği sanılmıyordu. NASA, bu gök cismine W0855 adını vermiş ve onun bir “Kahverengi Cüce” olduğunu açıklamıştı. Evrendeki kahverengi cücelerin varlığı, 1995’ten bu güne biliniyor ve ne yıldız ne de gezegen sınıfına giremeyen gök cisimleri şekilde tanımlanıyorlar. Profesör Tinney, ’Güneş sistemi dışındaki bu gök cismini dünya üstünden teleskopla ilk defa gören ve su bulutunun varlığını belirleyen ilk araştırmacılar olmaktan mutluyuz’ dedi. Bu araştırmanın detayları The Astrophysical Journal isimli dergide yayımlandı.