4 Temmuz 2014 Cuma

KARANLIK MADDE AYDINLANIYOR

Tüm zamanların en pahalı ve en ilginç deneyi İsviçre’deki CERN, ‘karanlık madde’nin sırrını çözmede son aşamaya yaklaştı.
CERN – Varoluşun keşfine son adım
Cenevre Gölü ve Jura dağlarının arasında dünyanın en önemli araştırma makinesi yer alıyor. 27 kilometre uzunluktaki dairesel tünelde, dört adet dev mıknatıs dedektörü bulunuyor. Araştırmacılar gelecek yıllarda burada daha fazla parçacık hızlandırmayı ve çarpıştırmayı hedefliyor.
Bu sayede dedektörlerde çok daha fazla canlı parçacık oluşacak. Fakat ilginç olanlarını tespit etmek de zorlaşacak.
Bu nedenle araştırmacılar dedektörleri daha hassas ve hızlı bir hale getirmek zorunda. Yer altında bulunan bu hazneye, ‘müon odası’ adı veriliyor. Parçacıklar ağır ve durağan olduklarından, Atlas detektörünün tüm katmanlarından geçebilmekteler. Fizikçiler için temel parçacık olan müonlar, yeni parçacıklara dair en önemli ipucunu teşkil ediyor.
Futbol sahası büyüklüğünde ölçüm cihazı
Bu tür bir cihaz, müonların gücünü ölçümleyip, izleyebiliyor. Cihaz, atıl gazla doldurulmuş 400 tüp ve kablodan oluşuyor. Bu ölçüm cihazı, futbol sahası büyüklüğündeki dedektörün tabakalarından biri.
Münih Max-Planck Enstitüsü’nde görevli, fizikçi Hubert Kroha:
“Atlas dedektörünün tamamında 1200 müon dedektörümüz mevcut. Milyonu aşkın sayıda da kablo. Müon borularında bir kaç mikrometre boyunda kablolar bulunuyor. Dedektörleri daha iddialı hale getiren de, bu özelliği.”
Bu laboratuvarda, fizikçiler yeni bir dedektör katmanı geliştiriyor. Tüm yüklemeler Atlas merkezinde gerçekleşiyor. Parçacıklar ve türevlerinin çarpıştırıldıkları yer, burası. Akabinde, yüksek hassasiyete sahip sensörlerle bir kaç santimlik yörüngeleri dahi ölçülebiliyor.
Dedektör, bir kaç santimetrelik alana yayılan 12 milyon piksel çözünürlüğe sahip. Atlas dedektöründe elde edilen verilerin onda biri, bu tabaka üzerinde toplanıyor.
CERN’den Daniel Adam Dobos:
“Her gün, katılan yeni meslektaşlarımıza yeni iddialar oluşturuyoruz. Dünyanın her yerinden yeni insanlarla, yeni şeyler öğreniyorsunuz. Yeni dedektörlerle, yeni fikirler oluşuyor. Sonra da tüm bu fikirleri buradaki bütüne entegre etmeye çalışıyoruz.”
Maddenin bilinmeyen unsurları
35 ülkedeki 170 enstitüden bilim insanları, Atlas dedektörünün bileşenlerini geliştirmek için çalışıyor.
Stanford Doğrusal Hızlandırma Merkezi’nden Prof. Dong Su:
“CERN, şu an için parçacık fiziğinin odak noktasıdır. Biz de bu nedenle Amerika’dan geleceğe dair bir takım seçenekler üzerine düşünüyoruz. Belki biz de bir gün rekabet edecek tesisler kurabiliriz.”
Önümüzdeki yıl, parçacıkların etiketlenmesi tamamlanacak. Ardından araştırmacılar dünya üzerinde daha önce hiç ulaşılmamış enerji aralıklarını inceleyebilir hale gelecek. Ve maddenin hiç bilinmeyen elementleri gün ışığına çıkacak. Elbette en büyük dileklerinin başında, karanlık maddeyi bulmak geliyor.
Hubert Kroha:
“Özellikle karanlık maddenin bulunabilmesi, parçacık fiziğinin geleceğini tayin edecek. Bu keşif sadece fizikçileri değil, astronomları ve astro-fizikçileri de mutlu edecek.”
Zira karanlık maddenin tespiti, teoriye göre ancak yer çekimi sayesinde mümkün olabiliyor. İşte başlı başına bir bulmacaya benzeyen bu maddenin bulunabilmesi, dünyanın en büyük araştırma makinesi sayesinde olacak.

BİNLERCE YIL SONRA TEKRAR GÖMÜLDÜ

ABD’nin Montana kentinde 12 bin 600 yıl önce ölen çocuğun kalıntıları, Kızılderili geleneklerine göre düzenlenen törenle yeniden gömüldü.
Amerikan yerlilerinin kökenlerinin araştırıldığı çalışma kapsamında bilim adamlarınca 1968′de keşfedilen bebeğin kalıntıları, DNA incelemelerinin tamamlanmasının ardından bulunduğu bölgeye yakın bir alanda Kızılderililerin katılımıyla düzenlenen törenle gömüldü.
DNA incelemelerinde Clovis kabilesinden geldiği düşünülen Amerikan yerlilerinin kökenlerine yönelik yeni bilgilere ulaşıldı. Clovis kabilesinin Asya üzerinden ABD kıtasına geldiğini tahmin eden araştırmacılar, kalıntılar üzerinde yeni dünyaya ait en eski gen bilgilerini tespit etti.
Bebeğin bulunduğu alanda Clovis kabilesine ait olduğu sanılan tarihi malzemeler de ortaya çıkarılmıştı.

ASPİRİN

Doktorlara kalp hastalıklarını tedavide aspirinden daha yeni ilaçlar kullanmaları tavsiye edildi.
İngiltere’de Ulusal Sağlık Sistemi’nin doktorlara dağıttığı kılavuzda, varfarin gibi kan inceltici ilaçların aspirinden daha etkili olduğu belirtildi.
Buna göre kalp ritminin bozulduğu hallerde varfarin ve benzeri ilaçlar kullanmak kalp krizi riskini azaltıyor.
Uzmanlar, çoğu doktorun aspirini bırakarak hastalarına daha yeni ilaçlar tavsiye ettiğini belirtiyor.
‘Aspirin aniden bırakılmamalı’
Atrial fibrilasyon olarak da anılan kalp ritminin bozulması sonucu, pıhtılar oluşabiliyor. Pıhtılar, kalp krizi riskini artırıyor.
Aspirin yıllardır hastaları kalp krizinden korumak için kullanılıyor. Ama yapılan araştırmalar ve toplanan veriler, aspirinin etkisinin diğer kan inceltici ilaçlara göre oldukça az olduğunu ortaya koyuyor.
İngiltere’de doktorlara dağıtılan bu kılavuz, ilk defa aspirin yerine daha yeni ilaçların kullanılmasını önerdi. Bu önerinin yüzlerce kalp krizini engellemesi bekleniyor.
Uzmanlar, aspirinin bir anda bırakılmaması gerektiğini belirtiyor. Aspirinin doktor kontrolünde ve kademeli olarak bırakılması öneriliyor.
‘Doktorunuza danışın’
İngiltere Kalp Vakfı Başkanı Profesör Peter Weissberg, yapılan yeniliği şöyle değerlendirdi:
“Ritim bozukluğundan kaynaklanan kalp krizleri engellenebilir fakat bunun için ritim bozukluğu tanısı konmalı ve etkili bir tedaviyle kanın pıhtılaşması engellenmelidir. Yenilenen kılavuz varfarin ve benzer ilaçların kalp krizini engellemek konusunda aspirinden daha etkili olduğunu ortaya koyuyor. Ancak bu aspirinin etkili olmadığı anlamına gelmemeli. Aspirin kullanmaya devam edip etmeme konusunda arada kalan hastalar doktorlarına danışmalılar.”
Cardiff Üniversitesi’nden Profesör Peter Elwood da aspirinin aniden bırakılmaması gerektiğini söyledi. Profesör Elwood, aspirin kullanmak istemeyenlerin kademeli olarak bırakması gerektiğine dikkat çekti.

NASADAN MARS’ A YOLCULUK İÇİN ‘UÇAN DAİRE’ DENEYİ

Amerikan Havacılık ve Uzay Dairesi (Nasa), gelecekte Mars’a yapılabilecek yolculuklarda kullanılması planlanan ‘uçan dairesini’ Cumartesi günü denedi.
Uçan daire şeklindeki araç büyük bir balonla atmosfere taşındı. Aracın Mars’a yaklaşırken yavaşlamasını sağlayacak yeni tür bir paraşüt ve şişilebilir hız kesici Kevlar halkaları test edildi.
Hawaii’de yapılan deneyin, iniş sırasında paraşütün tam açılmaması dışında başarılı geçtiği ve diğer tüm malzemelerin işlevlerini tam olarak yerine getirdiği belirtildi.
NASA bu deney sayesinde, gelecek yıllarda Mars’a yapılabilecek yolculuklarda uzay aracına daha fazla ağırlık konulması gerektiğinin görüldüğünü ifade etti.
Mevcut durumda ağırlık sınırı yaklaşık bir buçuk ton olarak belirlendi.
Mars’a insanların yolculuk yapabilmesi için bu ağırlığın 10 tonu aşabileceği kaydediliyor.
Düşük Yoğunluklu Süpersonik Hız Kesici (LDSD) olarak bilinen uçan daire şeklindeki aracın fırlatıldıktan sonra Pasifik Okyanusu’na indi.
Uzay aracının içindeki veri kayıtlarının kurtarılabilmesi için aracın düştüğü yere araştırma ekipleri gönderildi.
Veri kayıtlarıyla beraber mühendisler, deney hakkında daha ayrıntılı bilgilere sahip olabilecek.
Şişirilebilir halka çalıştı, paraşüt ‘takıldı’
Sahadaki ve LDSD üzerindeki kameralar aracın uçuşunun büyük bir kısmını kayda geçirebildi.
Helyum balonu, Havai’nin Kauai Adası’ndaki ABD Donanması Füze Menzili Tesisi’nde yerel saatle sabah 08.40′ta fırlatıldı.
Uçan daire şeklindeki aracın yaklaşık 35 kilometre irtifaya havalanması 2 saatten uzun sürdü.
Daha sonra füze motoru ateşlenen araç, Mach 4 (ses hızının dört katı) süratle 50 km yüksekliğe çıktı. Mars’a yaklaşan uzay araçlarında da bu şartlar görülebilecek.
Uzay aracı yavaşlamaya başladığında, iki yeni atmosfer frenleme sistemlerinden ilkini harekete geçirdi.
İlk sistem, 6 metrelik şişirilebilir bir halka şeklindeydi. Halka, uçan dairenin çevresini genişletip sürüklenme seviyesini arttırarak yavaşlamasını hedefliyordu.
İkinci frenleme sistemi ise tam faaliyete geçemedi.
Yukarıdan çekilen görüntülerde, 30 metre çağındaki süpersonik paraşütün tam açılmadığı görüldü.
NASA mühendisleri bu deneyle elde edecekleri verilerle LDSD teknolojilerinin doğru çalışıp çalışmadığına dair incelemelerde bulunabileceklerini ifade etmişti.
Araştırmacılar, gelecek sene Hawaii’ye dönüp iki uçuş deneyi daha yapmayı planlıyor.

D VİTAMİNİ HİPERTANSİYONU ÖNLÜYOR


WASHINGTON —
Yeni bir araştırmaya göre D vitamini hipertansiyonu önlüyor. Bu konudaki araştırmayı yürüten Güney Avustralya Üniversitesi uzmanı Elina Hypponen, hergün D vitamini alanların şeker hastalığı ve kalp rahatsızlıklarına yol açan yüksek tansiyon riskini düşürmüş olduklarını söyledi.
Yaklaşık 150 bin Avrupalı üzerinde yapılan araştırmada, belirli bir gene sahip olan insanların vücudunda daha fazla D vitamini bulunduğunu ve bunlarda hipertansiyon riskinin düşük olduğunu belirlendi.
Daha önceki araştırmalar D vitamini eksikliğinin MS dahil bağışıklık sistemini etkileyen hastalıklarda bir risk faktörü olduğunu ortaya koymuştu.
Son araştırmaya göre, tenleri daha koyu olanlar, zamanlarının büyük bölümünü kapalı mekanlarda geçirenler, kuzey kutbuna yakın ülkelerde yaşayanlar, yaşlılar, hamileler ve aşırı kilolular doğal yollardan daha az D vitamini alabiliyor.
Uzmanlar, aşırı güneş kremi kullanmadan güneşe çıkmayı ve D vitamini içeren gıdalar tüketmeyi tavsiye ediyor. Somon balığı, uskumru, mantar, tuna balığı, süt, yoğurt, peynir ve yumurta bol miktarda D vitamini içeriyor.
Uzmanlar, günde 400 ila 1000 birim Vitamin D tableti almanın da yararlı olacağını söylüyor.

UYKUDA DİL ÖĞRENMEK MÜMKÜN

İsviçre’de bir grup biliminsanı, uyku sırasında yabancı dilde bir şeyler dinlemenin öğrenmeyi hızlandırdığı sonucuna ulaştı.
İsviçre Ulusal Bilim Kurumu üyesi bir grup biliminsanı tarafından yürütülen çalışmada, uyku sırasında yabancı bir dile maruz kalmanın bu dili öğrenmeyi kolaylaştırdığı kaydedildi.
Araştırmada anadili Almanca olan 60 öğrenciye uykudan önce ezberlemeleri için Flemenkçe bazı kelimeler verildi.
Ardından grubun yarısına uyumaları için izin verilirken diğer yarısı laboratuvarda tutuldu. Bu sırada her iki gruba da öğrendikleri kelimelerin ses kaydı dinletildi.
Kelimeleri uykuda dinleyen öğrencilerin Flemenkçe sözcükleri daha iyi öğrendiği görüldü.
Uyanık bırakılan öğrencilere dinletilen ses kaydının ise öğrenme üzerinde hiçbir etkisinin olmadığı ifade edildi.
Elektroensefalografi (EEG) testi uygulanan deneklerin uyku sırasında beyinlerinin ön kısmında önemli hareketliliğe rastlandığı bildirildi.
Beynin sol yan kısmında (paryetal lob) görülen elektrik artışına da işaret eden biliminsanları, paryetal lobun dil öğrenmede önemli görev üstlendiğini dile getirdi.
Araştırmanın sonuçları Cerebral Cortex dergisinde yayınlandı.