Belirli bir dönem içinde yapılmış tüm
buluşların içinden hangilerinin dünyanın geleceğini değiştirme potansiyeli
taşıdığını önceden kestirmek zordur; ancak heyecan verici gelişmeler karşısında
iddialı tahminlerde bulunmaktan da kendimizi alamayız. Scientific American
dergisi 2014’ün önemli bilimsel gelişmelerinin arasından 10 tanesinin geleceğin
bilimini etkileme olasılığının yüksek olduğunu ileri sürüyor.
1) DNA’yı hızlı ve hassas bir şekilde
değiştirme teknikleri: Genetik mühendisliği çağı 1970’lerde başladı. Önce Paul
Berg bakteriyel bir virüsün DNA’sını bir maymun virüsü ile birleştirdi. Daha
sonra Herbert W. Boyer ile Stanley N. Cohen, bir organizmanın dışarıdan ilave
genlerle nesiller boyu hayatta kalmasını sağladı. 1970’lerin sonlarına doğru
Boyer’in kurduğu Genentech isimli şirket, sentetik insan geni taşıyan
Escherichia coli’den yararlanarak, diyabet hastaları için insülin geliştirildi.
Bu arada ABD’nin dört bir yanındaki laboratuvardaki bilim insanları transgenik
sıçanlardan yararlanarak hastalıkları incelemeye aldılar.
Bu başarılar tıbbın gidişatını
değiştirdi. Fakat bu ilk yöntemlerin karşısında iki büyük engel vardı.
Bunlardan biri istenilen hassasiyette olmaması, diğeri ise belirli bir ölçekte
üretim yapılamamasıydı. Bilim insanları bu ilk engeli 1990’lı yıllarda aştı.
Bunun için DNA’nın üzerinde uygun konaklama noktasını keşfeden proteinler
geliştirildi. Ancak bu çok yavaş ilerleyen bir yöntemdi. North Carolina Eyalet
Üniversitesi’nden Dr. Rodolphe Barrangou ve Dr. Chase Beisel ve ekibi
CRISPR-Cas (Clustered Regularly Interspaced Short Palindromic Repeats) adı
verilen genom değiştirme sistemi yardımı ile altı temel moleküler elementi
incelediler. Sonuçta CRISPR-Cas’ı kullanarak bakteri ve insanlarda belirli DNA
dizilimlerini hedef almayı başardılar. Aslında bakteriler bu sistemden virüs
gibi istenmeyen istilacılara karşı savunma mekanizması olarak yararlanır. Şimdi
aynı sistem bilim insanları tarafından belirli genleri hassas ve hızlı bir
şekilde hedef almakta kullanılıyor.
2) Hücrenin içine sızma teknikleri:
Eğer hücrelerimizi kendi isteklerimiz doğrultusunda çalıştırabilseydik, insülin
üretmesini, tümörlere saldırmasını veya diğer yararlı işler yapmasını
sağlayabilirdik. Ancak bir hücrenin içine sızmak o kadar kolay değildir.
Şimdiki yöntemlerle hücre duvarını virüs yardımı ile geçebiliyoruz. Ancak bu
yöntem hücrede kalıcı hasar yaratabiliyor. 2009 yılında M.I.T.’den bilim
insanları bu sorunu tesadüfen çözdüler. Bilim ekibinden kimya mühendisi Armon
Sharei, hücrenin hızlı bir şekilde deforme edilmesi durumunda duvarların
kendini onarabildiğini keşfetti. Ancak hücrelerin sıkıştırılabilmesi için çok
hassas mekanizmalar geliştirmeleri gerekti.
Geliştirdikleri silikon ve cam
mikroçiplerin üzerine hücrelerin akabileceği kanallar açtılar. Kanallar giderek
daralıyordu. Sıkıştırılmış hücreler elastik olduğu için zarda geçici delikler
açtılar. Bu delikler çok küçük olmakla birlikte protein, nükleik asit ve karbon
nanotüpler gibi davranış-değiştirici ajanları içeri alabilecek genişlikteydi.
Bu teknik kök hücreleri ve bağışıklık hücreleri üzerinde de uygulanabiliyordu.
İlk uygulamadan sonra bilim insanları farklı hücreleri sıkıştıracak 16 farklı
çip ürettiler. Daha yenilerini de üretilmek üzere. Halihazırda bu çipler
saniyede 500.000 hücreyi işlemden geçirebilecek kapasitede. Ve giderek bu hız
artıyor.
3) Laboratuvar hayvanlarını saydam hale
getirme: Beş yıl önce Viviana Gradinaru ve ekibi nöroloji laboratuvarında bir
fare beyninin üç boyutlu bilgisayar görüntüsü elde etmek için beyni ince
dilimler halinde kesmek zorunda kalıyordu. Bu sırada gezdiği Body Worlds
Sergisi’nde kullanılan teknikler ilgisini çekti. Özellikle insan dolaşım
sisteminin üç boyutlu hale getiriliş sisteminden esinlenen bilim ekibi bu tekniği kendi laboratuvarında da uygulamaya koyuldu. “Doku temizleme” yöntemi yüzyıldan beri bilinen bir yöntemdir. Fakat varolan yöntemler doku örneklerinin eriyik içinde bekletilmesini gerekli kılar. Bu da genellikle incelenecek belirli hücrelerin işaretlenmesi için gerekli olan floresanlı proteinlerin hasar görmesine yol açar. Daha iyi bir yaklaşım için dokunun yağ moleküllerinin yerini alacak başka bir malzeme kullanarak dokunun saydamlaştırılması gerekiyordu. Ancak bu malzeme aynı zamanda bir iskele vazifesi de görerek dokunun çökmesini de engellemeliydi.
sisteminin üç boyutlu hale getiriliş sisteminden esinlenen bilim ekibi bu tekniği kendi laboratuvarında da uygulamaya koyuldu. “Doku temizleme” yöntemi yüzyıldan beri bilinen bir yöntemdir. Fakat varolan yöntemler doku örneklerinin eriyik içinde bekletilmesini gerekli kılar. Bu da genellikle incelenecek belirli hücrelerin işaretlenmesi için gerekli olan floresanlı proteinlerin hasar görmesine yol açar. Daha iyi bir yaklaşım için dokunun yağ moleküllerinin yerini alacak başka bir malzeme kullanarak dokunun saydamlaştırılması gerekiyordu. Ancak bu malzeme aynı zamanda bir iskele vazifesi de görerek dokunun çökmesini de engellemeliydi.
İlk etapta fareye ötenazi uygulanarak
vücuduna formaldehit pompalandı. Daha sonra derisi soyularak kan damarları
akrilamid monomer ile dolduruldu. Bu monomerler, lipitlerin yerine vücudu
taşıyıcı bir görev üstlendi. İki hafta içinde hayvanın vücudu saydam hale
geldi. Daha sonra bu saydam fare kullanılarak sinir sisteminin haritası
çıkartıldı. Saydam olduğu için beyin ve omuriliğin dışında kalan sinir sistemi izlenebildi.
Ayrıca farenin kanbeyin bariyeri üzerindeki virüslerin yayılma
haritası da çıkartılabildi. Bu teknik insan hatalarını en aza indirirken, laboratuvar çalışmalarına hız kazandırdı. Veri akışı zenginleşti ve daha az miktarda hayvan kullanılmasının yolu açıldı. Bugün Gradinaru, hidrojel eriyiğinin reçetesini isteyenlere veriyor. Gradinaru, gelecekte bu teknikten yararlanarak kanserli ve kök hücreler hakkında daha fazla bilgi edinmeyi planlıyor.
haritası da çıkartılabildi. Bu teknik insan hatalarını en aza indirirken, laboratuvar çalışmalarına hız kazandırdı. Veri akışı zenginleşti ve daha az miktarda hayvan kullanılmasının yolu açıldı. Bugün Gradinaru, hidrojel eriyiğinin reçetesini isteyenlere veriyor. Gradinaru, gelecekte bu teknikten yararlanarak kanserli ve kök hücreler hakkında daha fazla bilgi edinmeyi planlıyor.
4) Tükürük ile çalışan yakıt hücresi:
Suudi Arabistan’daki Kral Abdullah Üniversitesi
Bilim ve Teknoloji Fakültesi’nden elektrik mühendisi Muhammed Mustafa Hüseyin, aşırı küçük cihazlar üzerinde çalışıyor. Hüseyin, “Her şeyi küçültürseniz, daha hızlı sonuç alırsınız” diyor. 2010 yılında ücra bölgelerde çalışan makineler için yeterli miktarda yenilenebilir bir enerji kaynağı yaratmak için kolları sıvadı. Örneğin minik bir mikrobiyal hücre başlangıç noktası olabilirdi. Bu amaçla tükürük ile çalışan bir yakıt hücresi üzerinde çalışmaya başladı. Tükürükten enerji kaynağı olarak yararlanma fikri Hüseyin’in meslektaşı Justine E. Mink’ten geldi. O dönemde Mink, vücut içine sığabilecek boyutta, pankreasa yakın bölgelerde çalışabilecek, glikoz düzeyini kontrol altında tutabilecek bir cihaz geliştirmeye çalışıyordu.
Bilim ve Teknoloji Fakültesi’nden elektrik mühendisi Muhammed Mustafa Hüseyin, aşırı küçük cihazlar üzerinde çalışıyor. Hüseyin, “Her şeyi küçültürseniz, daha hızlı sonuç alırsınız” diyor. 2010 yılında ücra bölgelerde çalışan makineler için yeterli miktarda yenilenebilir bir enerji kaynağı yaratmak için kolları sıvadı. Örneğin minik bir mikrobiyal hücre başlangıç noktası olabilirdi. Bu amaçla tükürük ile çalışan bir yakıt hücresi üzerinde çalışmaya başladı. Tükürükten enerji kaynağı olarak yararlanma fikri Hüseyin’in meslektaşı Justine E. Mink’ten geldi. O dönemde Mink, vücut içine sığabilecek boyutta, pankreasa yakın bölgelerde çalışabilecek, glikoz düzeyini kontrol altında tutabilecek bir cihaz geliştirmeye çalışıyordu.
Organik maddeden (örneğin tükürük)
yararlanan bir mikrobiyal hücre, Hüseyin’in projesi için ideal bir esin kaynağı
oluşturuyordu. Böylece Hüseyin ve Mink yüksek derece iletken bir grafen
elektrodun üzerine, tükürükle beslenen bir bakteri grubu yerleştirdiler. Birkaç
hafta içinde bir mikrowatt güç elde ettiler. Bir mikrowatt çok küçük bir enerji
miktarıdır, ancak çip üzerindeki mini-laboratuvarlar, vücut içine
yerleştirilebilen teşhis araçları ve hastalıkları kontrol altında tutan
cihazlar (Mink’in glikoz ölçüm cihazı gibi) gibi küçük makineler için yeterli
olabiliyordu. Hüseyin şimdi 3 boyutlu olarak yazıcıda üretilmiş yapay organlara
bu yakıt hücresini yerleştirmeye çalışıyor. Küçük ölçeklerde başarılı olduğu
takdirde, Hüseyin uzun vadede organik atıklardan elektrik elde ederek, yoksul
ülkelerde suyu tuzundan arındırma tesisleri
kurmayı planlıyor.
kurmayı planlıyor.
5) Görme bozukluğunu düzelten akıllı
telefon ekranları: 40 yaşından sonra insanların yüzde 40’ı, 80 yaşından sonra
da yüzde 70’i okuma gözlüğüne ihtiyaç duyar. Stanford Üniversitesi’nden
elektrik mühendisi Gordon Wetzstein, yaşlandıkça insanların günlük yaşamlarında
kırma kusurlarının daha büyük rol oynadığını söylüyor. Fakat gözlükler ve
kontakt mercekler her zaman ideal bir düzeltici olmayabiliyor. Örneğin eğer
hipermetrop iseniz trafik levhalarını daha iyi görmek için gözlüğe ihtiyaç
duymazsınız, ama GPS’i görmek için gözlük gerekir. Wetzstein bu gibi durumlarda
en iyi çözümün görüş- düzeltici-ekranlar olduğunu söylüyor. Başka bir deyişle
ekranlar gözlüğü sizin için takıyor.
Wetzstein ve M.I.T.’den meslektaşları
böyle bir ekran geliştirdiler. Görüş-düzeltenekranların yaptığı düzeltme başlıca iki alanda. Bunlardan ilki, ekranı örten, düşük maliyetli, iğne deliği baskılı saydam bir tabaka. İkincisi ise akıllı telefona veya tablete kodlanan bir algoritma. Bu algoritma izleyicinin pozisyonunu ekrana göre belirliyor ve görüntüyü kullanıcının tanımına göre bozuyor. Bozulmuş görüntü, saydam ekran kaplamasındaki iğne deliği matrisi içinden geçerken, yazılım-donanım birleşimi sayesinde gözdeki görme kusurunu yok ediyor. Bu ekranlar miyop, hipermetrop, astigmat gibi karmaşık görme bozukluklarını giderebiliyor. Wetzstein bu teknolojinin az sayıda kullanıcı üzerinde denendiğini ve iyi sonuç alındığını söylüyor. Ancak teknolojinin yaygınlaştırılması için geniş-ölçekli çalışmalara gerek var.
böyle bir ekran geliştirdiler. Görüş-düzeltenekranların yaptığı düzeltme başlıca iki alanda. Bunlardan ilki, ekranı örten, düşük maliyetli, iğne deliği baskılı saydam bir tabaka. İkincisi ise akıllı telefona veya tablete kodlanan bir algoritma. Bu algoritma izleyicinin pozisyonunu ekrana göre belirliyor ve görüntüyü kullanıcının tanımına göre bozuyor. Bozulmuş görüntü, saydam ekran kaplamasındaki iğne deliği matrisi içinden geçerken, yazılım-donanım birleşimi sayesinde gözdeki görme kusurunu yok ediyor. Bu ekranlar miyop, hipermetrop, astigmat gibi karmaşık görme bozukluklarını giderebiliyor. Wetzstein bu teknolojinin az sayıda kullanıcı üzerinde denendiğini ve iyi sonuç alındığını söylüyor. Ancak teknolojinin yaygınlaştırılması için geniş-ölçekli çalışmalara gerek var.
6) Birbiri üzerine istiflenen bir atom
kalınlığında tabakalar: Kuşaklar boyunca pek çok insan, adına Lego denilen ve
birbiri üzerine yerleştirilerek çeşitli şekiller elde etmeye yarayan küçük
plastik yapı taşlarıyla oynamıştır. Bugün ise malzeme bilimcileri yeni bir Lego
tipi üzerinde çalışıyor. Bunların en önemli özelliği atomik ölçekte
olmalarıdır. Bu yeni yapı elemanları bir atom kalınlığında malzeme
levhalarıdır. Bunlar istenilen düzeyde birbiri üzerine istiflenebiliyor. Bugüne
dek benzeri görülmemiş hassasiyetteki bu yapı elemanları elektriksel ve optik
özellikler taşıyan malzemelerin üretimine olanak tanıyor. Bu teknoloji
sayesinde direnç göstermeden elektrik ileten malzemeler, daha hızlı ve daha
güçlü bilgisayarlar ve giyilebilir elektronik cihazlar üretilebilecek.
7- Rastlantı ile keşfedilen yeni bir
sınıf polimer: Almaden’deki IBM Araştırma
Laboratuvarı’ndan kimyager Jeanette Garcia, kullanmakta olduğu laboratuvar şişesinde küp şeker boyutlarında beyaz renkli bir maddenin oluşmuş olduğunu görünce ilk başta çok şaşırdı ve bunun içeriğini araştırmak istedi. Cama çok sıkı bir şekilde yapışmış olduğu için malzemeyi çıkartmak için çekiç kullanmayı düşündü. Ancak malzemenin üzerine çekiç ile vurduğu zaman kırılmadığını fark etti. Garcia ekibiyle birlikte bu yeni maddeyi çözmeye çalıştı. Sonuçta yeni bir termoset polimer (termoset polimerler en basit tanımıyla, kritik bir sıcaklığın üzerinde kalıcı olarak sertleşen ve tekrar ısıtıldığında yumuşamayan polimerlerdir) ailesinin yaratılmış olduğunu keşfetti. Termoset polimer denilen olağanüstü güçlü plastik sınıfı, akıllı telefonlardan, uçak kanatlarına dek pek çok alanda kullanılıyor. Her yıl üretilen polimerlerin üçte birini termosetler oluşturuyor. Ancak bunların geri dönüşümü çok zor.
Laboratuvarı’ndan kimyager Jeanette Garcia, kullanmakta olduğu laboratuvar şişesinde küp şeker boyutlarında beyaz renkli bir maddenin oluşmuş olduğunu görünce ilk başta çok şaşırdı ve bunun içeriğini araştırmak istedi. Cama çok sıkı bir şekilde yapışmış olduğu için malzemeyi çıkartmak için çekiç kullanmayı düşündü. Ancak malzemenin üzerine çekiç ile vurduğu zaman kırılmadığını fark etti. Garcia ekibiyle birlikte bu yeni maddeyi çözmeye çalıştı. Sonuçta yeni bir termoset polimer (termoset polimerler en basit tanımıyla, kritik bir sıcaklığın üzerinde kalıcı olarak sertleşen ve tekrar ısıtıldığında yumuşamayan polimerlerdir) ailesinin yaratılmış olduğunu keşfetti. Termoset polimer denilen olağanüstü güçlü plastik sınıfı, akıllı telefonlardan, uçak kanatlarına dek pek çok alanda kullanılıyor. Her yıl üretilen polimerlerin üçte birini termosetler oluşturuyor. Ancak bunların geri dönüşümü çok zor.
Garcia’nın Titan adını verdiği yeni
malzemesi, geri dönüştürülebilir nitelikte, sanayide kullanılabilecek
sağlamlıkta ilk termoset. Normal termosetlerden farklı olarak bu yeni polimer
kimyasal reaksiyonlarla yeniden şekillendirilebiliyor. Garcia ve meslektaşları
bu buluşlarını Mayıs Science dergisinde yayımladılar. Dayanıklı,
geri-dönüştürülebilir bu plastiğe olan talebin yakında çok büyük artış
göstereceği öngörülüyor. Örneğin 2015’te Avrupa ve Japonya’da üretilen otomobillerin
yüzde
95’inin geri-dönüşümlü olması gerekiyor. Garcia’nın bulduğu malzeme bu iş için ideal. Ancak Garcia yeni malzemesinin yapıştırıcılarda, 3 boyutlu yazıcılarda, su arıtımında ve daha pek çok alanda kullanılabileceğini düşünüyor. Titan’ın keşfiyle birlikte bu malzemenin başka bir formu daha keşfedildi. Jöleye benzer bu malzemeye Hydro adı verildi. Bunun en önemli özelliği düşük sıcaklıklarda şekillendirilebilmesi. Bu da yapıştırıcılarda ve kendi kendini onaran boyalarda kullanılabilecek.
95’inin geri-dönüşümlü olması gerekiyor. Garcia’nın bulduğu malzeme bu iş için ideal. Ancak Garcia yeni malzemesinin yapıştırıcılarda, 3 boyutlu yazıcılarda, su arıtımında ve daha pek çok alanda kullanılabileceğini düşünüyor. Titan’ın keşfiyle birlikte bu malzemenin başka bir formu daha keşfedildi. Jöleye benzer bu malzemeye Hydro adı verildi. Bunun en önemli özelliği düşük sıcaklıklarda şekillendirilebilmesi. Bu da yapıştırıcılarda ve kendi kendini onaran boyalarda kullanılabilecek.
8- Ses dalgalarıyla şarj edilebilen
kablosuz cihazlar: Pennsylvania Üniversitesi paleobiyoloji öğrencisi Meredith
Perry 2011 yılında dizüstü bilgisayarının kablosuz olarak doldurmanın yollarını
araştırmaya başladı. O tarihlerde manyetik rezonansa ve indüksiyona dayalı kablosuz
güç vericiler mevcuttu, ancak menzilleri sınırlıydı. Bunun da nedeni ters kare
yasasıydı. Bu yasaya göre belirli bir fiziksel miktar veya şiddet, o fiziksel
büyüklüğün kaynağından uzaklığın karesiyle ters orantılıdır. Mekanik
titreşimlerde ise böyle bir sorun yaşanmaz. Perry’ye piezoelektrik dönüştürücü
(transduser) aracılığı ile havadaki titreşimlerden yararlanarak mekanik
enerjiyi elektriğe dönüştürmek daha iyi bir fikir gibi göründü.
Ses, titreşen hava parçacıklarından
başka bir şey olmadığına göre kuramsal olarak enerjiyi nakletmesi gerekirdi.
Güvenli, sessiz ve enerji dolu ultrason bu iş için idealdi. Perry’nin akıl
danıştığı bilim insanları bu fikri hayata geçirmenin olanaksız olduğunu
söylediler. Ancak Perry ikna olmadı ve uBeam isimli bir şirkete başvurarak bu
teknolojiyi
uygulamaya çalıştı. Bugün uBeam vericisi olarak bilinen cihaz, yönlendirilebilir hoparlör gibi çalışıyor; ultrasonu odaklayarak enerji merkezi yaratıyor. Elektronik bir cihaza bağlı bir alıcı, bu enerjiyi alıyor ve elektriğe dönüştürüyor. Bu ürün şimdilik prototip aşamasında olmakla birlikte iki yıl içinde seri üretime geçmesi bekleniyor.
uygulamaya çalıştı. Bugün uBeam vericisi olarak bilinen cihaz, yönlendirilebilir hoparlör gibi çalışıyor; ultrasonu odaklayarak enerji merkezi yaratıyor. Elektronik bir cihaza bağlı bir alıcı, bu enerjiyi alıyor ve elektriğe dönüştürüyor. Bu ürün şimdilik prototip aşamasında olmakla birlikte iki yıl içinde seri üretime geçmesi bekleniyor.
9- Düşük dereceli atık ısısından enerji
üreten piller: Her yıl sanayi sektörü 10 gigawat potansiyel enerjiyi atık ısı
olarak israf ediyor. Oysa değerlendirilebilse 10 milyon evin aydınlatma
ihtiyacı karşılanabilir. Sıcaklık farklılıklarının yarattığı şarjlardan oluşan
termoelektrik etkisi, bu ısıyı elektriğe dönüştürme şansı tanıyor. Oysa onlarca
yıldır yararlı olabilecek miktarda enerjiyi yakalamak için sıcaklık
farklılığının 500 derece santigrat veya daha yüksek olması gerektiğine
inanılıyordu.
M.I.T.’den doktora öğrencisi Yuan Yang
ile profesörü Gang Chen’in liderliğinde bir bilim ekibi, 50 derece santigratın
altındaki sıcaklıklardan yararlanabilmeyi sağlayan bir yöntem geliştirdiler.
İşin sırrı termogalvanik etkide saklıydı. Ekip, şarj edilmemiş bakır-tabanlı
elektrotlu pilleri henüz sıcak iken şarj etti ve daha sonra soğuttu. Sonuç
olumluydu. Piller kendilerini doldurmak için kullanılan voltajdan daha
fazlasını geri veriyordu. Başka bir deyişle pili ısıtmak için kullanılan
enerji, elektrik olarak yakalanmış oluyordu.
10-Nano parçacıkların hareketlerini
kaydedebilen video kameralar: Nanometre çözünürlüğe sahip elektron
mikroskopları yaygın olarak kullanılıyor, ancak bunların maliyeti milyonlarca
doları buluyor. Ayrıca bunların inceleyeceği örneği hazırlamak da özel beceri
istiyor. Bu durum laboratuvarlar için sorun yaratmayabilir, ancak endüstriyel
uygulamalarda sorun çıkıyor. New York Üniversitesi’nden fizikçi David Grier ve
ekibinin geliştirdiği yeni bir holografik mikroskop bu soruna çözüm getiriyor.
Ekip önce bir Zeiss mikroskobunu alarak
bunun elektrik akkor ampulünün yerine lazer yerleştirdi. Lazer incelenecek
materyali aydınlattı. Örnekten yayılan ışık, lazer
ışını ve yayılan ışık arasında iki boyutlu bir enterferans şekli yarattı. Başka bir deyişle ortaya bir hologram çıktı. Bunu da bir kamera kaydetti. Bilim insanları mikroskobik nesnelerin hologramlarını onlarca yıldır yapıyor, ancak bunlardan yararlı bir bilgi elde etmekte zorlanıyordu. İşte bu noktada Grier’in buluşu sorunu çözüyor. Bu cihaz elektron mikroskobundan en az 10 misli daha ucuz.
ışını ve yayılan ışık arasında iki boyutlu bir enterferans şekli yarattı. Başka bir deyişle ortaya bir hologram çıktı. Bunu da bir kamera kaydetti. Bilim insanları mikroskobik nesnelerin hologramlarını onlarca yıldır yapıyor, ancak bunlardan yararlı bir bilgi elde etmekte zorlanıyordu. İşte bu noktada Grier’in buluşu sorunu çözüyor. Bu cihaz elektron mikroskobundan en az 10 misli daha ucuz.
http://www.cumhuriyet.com.tr/foto/bilim-teknik/150945/20/2014_teki_en_onemli_10_bilimsel_gelisme.html
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder