31 Aralık 2014 Çarşamba
MEDİTASYON AĞRIYI AZALTABİLİR
Amerikalı
bilim insanları, meditasyonun kronik ağrıları yatıştırmak için kullanılan
ilaçlarla benzer etkiler gösterdiğini belirledi. Utah Üniversitesi’ndan bilim
insanları, 8 hafta boyunca kronik ağrılar çeken, kabızlık, ağız kuruluğu ve
uyuklama gibi yan etkilere yol açan, vücutta morfin gibi etki gösteren opioid
maddesi içeren ilaçları kullananlar ile meditasyon yapan hastalar arasındaki
farkı inceledi.
Katılımcıların
beyin görüntülerini inceleyen bilim adamları, meditasyon yapanların daha olumlu
duygular beslediğini ve ilaca ihtiyaç duymadığını gördü.
Araştırmaya
imza atanlardan Eric Garland, opioid maddesiyle tedavi gören hastaların
psikolojik olarak günlük hayattaki hazlardan yoksun kaldıklarını ve kendilerini
daha iyi hissetmek için söz konusu maddeye daha bağımlı hale geldiklerini
belirtti.
Kronik
ağrılar için kullanılan söz konusu ilaçların azaltılabileceğine ışık tutan
araştırmanın sonuçları “The Journal of Consulting and Clinical Psychology”
dergisinde yayımlandı.
FAREYE İNSAN BEYNİ TAKILIRSA NE OLUR?
Bilim adamlarından Steve Goldman, deneylerinde kullandığı
farelerde daha üstün bilgiler elde edebilmek için kobay farelerini ameliyat
masasına aldı. Farelere insan beyni yerleştirdi…
Steve Goldman ve ekip arkadaşları, araştırmalardan daha gerçekçi bilgiler elde etme amacıyla gerçekleştirmiş olduğu deney farelerinin beyinlerine insan beyni hücreleri yerleştirildi. Yapılan açıklamalara göre farelerde fiziksel veya ruhsal bir değişim yok. Hala fare gibi davranıyorlar. Ancak farelerde akıllanma görüldüğü belirtiliyor. Operasyonlar sonucunda farelere insan beyin hücresi nakledilse de farelerin yine fare gibi davrandıklarını dile getirdi, “Burada amacımız, beyin ile ilgili hastalıkları daha kolay araştırabilmek ve çalışmalarımızdaki hayati riskleri bertaraf edebilmek için bu yola başvurduk” dedi. İnsan beyin hücresini Fare beynine nasıl naklettiniz? Goldman, “İnsan hücrelerini bir embriyodan alıp bir yavru farelerin beynine enjekte ettik. Farelerin beyinlerindeki insan hücresi yıldız şeklinde gelişti. Her farenin beynine 300 bin adet insan hücresi naklettik. Bir yıl sonra bu hücreler 12 milyona çıktı. Bu hücreler zamanla farelerin kendi hücrelerini beyinden dışarı atmayı başardı” şeklinde cevap verdi. Operasyonla beyinlerine insan hücresi enjekte edilen farelerin diğer farelerden daha akıllı olduğunu kaydeden Steve Goldman, “Hafızalarının dört kat daha fazla geliştiğini gözlemledik” diye konuştu.
Steve Goldman ve ekip arkadaşları, araştırmalardan daha gerçekçi bilgiler elde etme amacıyla gerçekleştirmiş olduğu deney farelerinin beyinlerine insan beyni hücreleri yerleştirildi. Yapılan açıklamalara göre farelerde fiziksel veya ruhsal bir değişim yok. Hala fare gibi davranıyorlar. Ancak farelerde akıllanma görüldüğü belirtiliyor. Operasyonlar sonucunda farelere insan beyin hücresi nakledilse de farelerin yine fare gibi davrandıklarını dile getirdi, “Burada amacımız, beyin ile ilgili hastalıkları daha kolay araştırabilmek ve çalışmalarımızdaki hayati riskleri bertaraf edebilmek için bu yola başvurduk” dedi. İnsan beyin hücresini Fare beynine nasıl naklettiniz? Goldman, “İnsan hücrelerini bir embriyodan alıp bir yavru farelerin beynine enjekte ettik. Farelerin beyinlerindeki insan hücresi yıldız şeklinde gelişti. Her farenin beynine 300 bin adet insan hücresi naklettik. Bir yıl sonra bu hücreler 12 milyona çıktı. Bu hücreler zamanla farelerin kendi hücrelerini beyinden dışarı atmayı başardı” şeklinde cevap verdi. Operasyonla beyinlerine insan hücresi enjekte edilen farelerin diğer farelerden daha akıllı olduğunu kaydeden Steve Goldman, “Hafızalarının dört kat daha fazla geliştiğini gözlemledik” diye konuştu.
İYİ EĞİTİMLİ KİŞİLERDE UNUTKANLIK TEHLİKE İŞARETÇİSİ
Üniversite eğitimi görmüş
kişilerin yaşadığı unutkanlıkların, felç habercisi olabileceği belirtildi.
Hollanda’da
yapılan ve Stroke dergisinde yayımlanan araştırmaya göre, yüksek eğitimli
insanların felç geçirmesi olasılığı, daha düşük eğitimlilere kıyasla % 39 daha
fazla.
Rotterdam’da
20 yıl süresince, sağlıklı ve 55 ile daha yukarı yaşlardaki 9.000 dolayında
insan incelemeye alındı. Katılımcılara unutkanlık sorunu çekip çekmedikleri
soruldu.
2012
yılına gelindiğinde incelemeye alınanlar arasından 1.134 kişi felç geçirmişti.
Rotterdam’daki
Erasmus Üniversitesi’nden araştırmacılar elde ettikleri sonuçları inceledi ve
daha önce hafıza kaybından şikayetçi olanlar arasında felç tehlikesinin daha
yüksek olduğunu gördü.
Felç
tehlikesi, daha ileri düzeyde eğitim görmüş bireylerde, daha da yüksek oranda
görüldü.
Erasmus
Üniversitesi’nde Nöroepidemiyoloji Doçenti olan Arfan Ikram, eğitimin, beynin,
bunama gibi bilişsel hasarlara karşı mücadele edebilmesini gösteren iyi bir
işaret olduğunu kaydetti.
“Kognitif
rezerv” olarak bilinen bu savunma yeteneği, genellikle çocukluk ve ilk
yetişkinlik yıllarında oluşuyor ve beyni hasara karşı koruyor.
Doçent
Arfan Ikram, “Yüksek eğitimli insanlarda, beyindeki tahribat ve bunamanın
oluşumu, daha uzun zaman alıyor. Ama bu kişiler unutkanlıktan şikayetçi olmaya
başladıklarında, söz konusu koruyucu mekanizma kaybolmuş oluyor. Bu da, bu
insanların ileri bir aşamaya eriştiklerini ve kognitif rezervin artık açığı
kapatamadığını gösteriyor.” dedi.
Arfan
Ikram, bu tip vakalarda bellek zorunlarının önemli bir uyarı olabileceğini ve
bu insanlardaki gelişmelere özellikle dikkat edilmesi gerektiğini kaydediyor.
Felç,
beyne oksijen ve besleyici öğeler taşıyan kan damarlarından birinin kan
pıhtısıyla tıkanması veya patlaması ile meydana geliyor. Bu olduğunda, beynin
bir kısmı gerek duyduğu kan ve oksijeni alamıyor ve beyin hücreleri ölüyor.
İngiltere
Beyin Felci Derneği, diyabet, yüksek tansiyon ve yüksek kolestrol gibi sağlık
sorunlarının felç tehlikesini artırabildiğini kaydediyor.
Sağlıklı
bir yaşam tarzı benimsenmesi, fiziksel bakımdan faal olunması ve sigara
içmekten vazgeçilmesi, en büyük tehlike yaratan unsurların azaltılmasında
yararlı oluyor.
Doçent
Arfan Ikram, ilerki yaşlarda sağlıklı bir beyne sahip olmak, felç ve bunamaya
karşı mücadele etmek için erken yaşta önlem alınması gerektiğini de vurguluyor.
BİLİM İNSANLARININ TERS ZAMANI EVREN TEORİSİ
İngiliz
ve Kanadalı bilim insanları Büyük Patlama’nın, yaşadığımız evrenin yansıması
olan ancak zamanın geriye doğru aktığı bir başka evreni yarattığı teorisini
ortaya attı.
İngiliz
basınında yer alan haberlere göre, bilim insanları, yaklaşık 14 milyar yıl önce
Büyük Patlama meydana geldiğinde, bu evrenin yansıması olan ancak zamanın
tersine aktığı bir başka evren daha oluştuğu teorisini geliştirdi.
Teori,
İngiltere ve Kanada’daki üniversitelerde görevli bilimadamları Julian Barbour,
Tim Koslowski ve Flavio Mercati tarafından ortaya atıldı. ‘Zamanın ibresiyle’
ilgili soru işaretlerini yanıtlama girişimleri çerçevesinde ortaya çıkan
teoriye göre, Büyük Patlama meydana geldiğinde, zamanda aksi yönde eşit biçimde
hareket eden iki evren oluştu.
Bilim
insanları, bu teoriye, Newton’un evrensel kütle çekimi yasasının etkisi
altındaki bin parçacığın bilgisayar simülasyon modelini inceleyerek, dinamik
harekete ve parçacıklar arasındaki mesafeye odaklanarak ulaştığı belirtildi.
İnceleme
sırasında bilim adamları hacimleri ve miktarları ne olursa olsun her bir
parçacık gruplaşmasının, düşük kompleksite ölçeği olarak bilinen şeye
dönüştüğünü keşfetti, daha sonra dış kısmı her iki yönden genişleterek, iki
farklı ve zıt “zaman ibreleri” yarattı.
Bu
bulgu, bilim insanlarını, Büyük Patlama’dan sonra iki evrenin oluştuğu, birinde
zamanın ileri, diğerinde, en azından bizim perspektifimizden geriye aktığı
sonucuna götürdü.
Bilim
insanları ayrıca her bir evrenden bakıldığında bir diğerinde zamanın geriye
aktığının gözlemleneceğini, bu evrenin, bizimkinin tam anlamıyla aynısı
olmayacağını, kendince değişmiş ve gelişmiş olabileceğini belirtti.
Öte
yandan bu evrende de aynı fizik kanunların geçerli olacağı, yani bizimki gibi
gezegenlere, yıldızlara ve galaksilere sahip olabileceği savunuldu.
PHİLAE 2015 TE UYKUSUNDAN KALKACAK
Avrupa
Uzay Ajansı (ESA), 67P/Churyumov-Gerasimenko kuyrukluyıldızına indikten sonra
uyku moduna giren Philae uzay aracının kısa süre sonra keşiflere devam
edebileceğini duyurdu.
67P kuyrukluyıldızına
gerçekleştirdiği tarihi inişte planlanan bölgeye inemediği için yeterince güneş
ışını alamayan ve bataryalarındaki enerji tükenen Philae, 2015’te görevine
kaldığı yerden devam edebilir.
ESA, Philae’nin kuyrukluyıldız üzerinde yer aldığı konumun yakın zamanda Güneş ışınlarının etkisi altına gireceğini ve uzay aracının güneş panelleriyle gereken enerjiyi toplayabileceğini açıkladı.
Amerikan Jeofizik Birliği toplantısında açıklama yapan Philae baş mühendisi Jean-Pierre Bibring, ‘Philae’nin uykusundan kalkma ihtimalinin Güneş’in hareketine bağlı olduğunu ve uzay aracının Mart-Nisan 2015’te uyku modundan çıkabileceğini’ belirtti.
ESA, Rosetta’nın OSIRIS kamerasıyla 67P kuyrukluyıldızının sürekli fotoğraflandığını ancak Philae’nin tam olarak nereye indiğinin halen kesin olmadığını açıkladı. Bibring, buna rağmen iyimser olduklarını ve uzayın dondurucu soğuklarına dayanabilecek güçte olan Philae’nin yeterli enerjiyi topladığı zaman 10 cihazıyla gözlem ve analizlere devam edebileceğini söyledi.
ESA, Philae’nin kuyrukluyıldız üzerinde yer aldığı konumun yakın zamanda Güneş ışınlarının etkisi altına gireceğini ve uzay aracının güneş panelleriyle gereken enerjiyi toplayabileceğini açıkladı.
Amerikan Jeofizik Birliği toplantısında açıklama yapan Philae baş mühendisi Jean-Pierre Bibring, ‘Philae’nin uykusundan kalkma ihtimalinin Güneş’in hareketine bağlı olduğunu ve uzay aracının Mart-Nisan 2015’te uyku modundan çıkabileceğini’ belirtti.
ESA, Rosetta’nın OSIRIS kamerasıyla 67P kuyrukluyıldızının sürekli fotoğraflandığını ancak Philae’nin tam olarak nereye indiğinin halen kesin olmadığını açıkladı. Bibring, buna rağmen iyimser olduklarını ve uzayın dondurucu soğuklarına dayanabilecek güçte olan Philae’nin yeterli enerjiyi topladığı zaman 10 cihazıyla gözlem ve analizlere devam edebileceğini söyledi.
İndiği yer avantaj
sağlayabilir
Rosetta uzay aracından 12 Kasım tarihinde bırakılan Philae, iniş planlandığı gibi gitmediği için kuyrukluyıldıza üç denemede inebilmişti. Hedeflenen noktadan sürüklünen uzay aracı, bir kaya bloğunun gölgesi altında durabilmiş ve enerjisinin neredeyse tamamını üç günden kısa sürede tüketerek uyku moduna geçmişti. Philae, uyku moduna geçmede önce kuyrukluyıldızda fotoğraf çekmeyi ve sondaj yapmayı başararak elde ettiği tüm verileri Dünya’ya göndermişti.
Space.com’a konuşan Bibring, “İnceleme şansı bulduğumuz materyal tek kelimeyle inanılmaz… Buzlu materyalde her zaman bulmak istediğimiz organik bileşenlerin izine rastladık” ifadesini kullandı.
67P kuyrukluyıldızı, Ağustos 2015’te Güneş’e en yakın olduğu yaklaşık 130 milyon kilometre mesafeye gelecek. Yüzeyinde artacak olan sıcaklık nedeniyle, Philae’nin en fazla Mart-Nisan aylarına kadar çalışabileceği düşünülmesine rağmen, uzay aracının indiği gölge alanın bu süreyi uzatabileceği belirtildi.
67P’den 6 kilometre mesafede takibine devam eden Rosetta ise 2015 sonuna kadar kuyrukluyıldızı gözlemlemeye devam edecek.
Rosetta uzay aracından 12 Kasım tarihinde bırakılan Philae, iniş planlandığı gibi gitmediği için kuyrukluyıldıza üç denemede inebilmişti. Hedeflenen noktadan sürüklünen uzay aracı, bir kaya bloğunun gölgesi altında durabilmiş ve enerjisinin neredeyse tamamını üç günden kısa sürede tüketerek uyku moduna geçmişti. Philae, uyku moduna geçmede önce kuyrukluyıldızda fotoğraf çekmeyi ve sondaj yapmayı başararak elde ettiği tüm verileri Dünya’ya göndermişti.
Space.com’a konuşan Bibring, “İnceleme şansı bulduğumuz materyal tek kelimeyle inanılmaz… Buzlu materyalde her zaman bulmak istediğimiz organik bileşenlerin izine rastladık” ifadesini kullandı.
67P kuyrukluyıldızı, Ağustos 2015’te Güneş’e en yakın olduğu yaklaşık 130 milyon kilometre mesafeye gelecek. Yüzeyinde artacak olan sıcaklık nedeniyle, Philae’nin en fazla Mart-Nisan aylarına kadar çalışabileceği düşünülmesine rağmen, uzay aracının indiği gölge alanın bu süreyi uzatabileceği belirtildi.
67P’den 6 kilometre mesafede takibine devam eden Rosetta ise 2015 sonuna kadar kuyrukluyıldızı gözlemlemeye devam edecek.
BEYNİMİZİN YARISIYLA YAŞAYABİLİR MİYİZ?
Beyninin
bir kısmı olmadığı halde normal yaşamını sürdüren uç örnekler var. Tom Stafford
bunun nasıl mümkün olabildiğini açıklıyor.
Beynimizin ne kadarına gerçekten ihtiyaç duyuyoruz? Beyninin bir kısmı olmayan ya da hasara uğramış olan insanlarla ilgili haberler son zamanlarda medyada birkaç kez yer aldı. Bu vakalar beynin nasıl çalıştığını tam olarak anlamadığımız gibi onu yanlış ele alıyor olabileceğimizi de gösteriyor.
Birkaç ay önce, bir kadının beyninin arka kısmındaki beyincik bölgesinin olmadığına dair bir haber çıktı. Yani bu kısım hasar görmüş değildi, hiç yoktu. Bazı tahminlere göre toplam beyin hücrelerimizin yarısı beyincikte bulunuyor. Ama 24 yaşındaki bu kadın normal bir yaşam sürüyordu. Eğitimini tamamlamış, evlenmiş ve normal bir hamileliğin ardından bir çocuk sahibi olmuştu.
Ama bu durumun kadın üzerinde tümüyle etkisi yok denemezdi. Ömrü boyunca tereddütlü, hantal hareket etmişti. Ama asıl şaşırtıcı olanı, beyninin bir kısmı olmayıp da hareket edebilmesiydi. Beyincik beynin öylesine temel bir bölgesidir ki ilk omurgalı canlılarda ortaya çıkmıştır. Dinozorların hayatta olduğu dönemde bile köpekbalıklarının beyincikleri gelişmiş durumdaydı.
Beynimizin ne kadarına gerçekten ihtiyaç duyuyoruz? Beyninin bir kısmı olmayan ya da hasara uğramış olan insanlarla ilgili haberler son zamanlarda medyada birkaç kez yer aldı. Bu vakalar beynin nasıl çalıştığını tam olarak anlamadığımız gibi onu yanlış ele alıyor olabileceğimizi de gösteriyor.
Birkaç ay önce, bir kadının beyninin arka kısmındaki beyincik bölgesinin olmadığına dair bir haber çıktı. Yani bu kısım hasar görmüş değildi, hiç yoktu. Bazı tahminlere göre toplam beyin hücrelerimizin yarısı beyincikte bulunuyor. Ama 24 yaşındaki bu kadın normal bir yaşam sürüyordu. Eğitimini tamamlamış, evlenmiş ve normal bir hamileliğin ardından bir çocuk sahibi olmuştu.
Ama bu durumun kadın üzerinde tümüyle etkisi yok denemezdi. Ömrü boyunca tereddütlü, hantal hareket etmişti. Ama asıl şaşırtıcı olanı, beyninin bir kısmı olmayıp da hareket edebilmesiydi. Beyincik beynin öylesine temel bir bölgesidir ki ilk omurgalı canlılarda ortaya çıkmıştır. Dinozorların hayatta olduğu dönemde bile köpekbalıklarının beyincikleri gelişmiş durumdaydı.
Basit
bir şema yok
Bu olay beyin konusunda bilimin içinde bulunduğu acıklı durumu gösteriyor. Beyincik gibi bazı önemli bölgelerin işlevi konusunda bile fikir ayrılıkları var hala. Bu tür vakalar ortaya çıktığında beyin hakkındaki cehaletimiz de gün yüzüne çıkıyor. Hastanelerdeki beyin taramaları, beyin yapısının kişiden kişiye farklılık gösterebildiğini ortaya koyuyor. Bu farklılıkların, yakından gözlendiğinde davranışlarımız üzerinde etkili olduğunu görmek de mümkün olabilir.
Bu olay beyin konusunda bilimin içinde bulunduğu acıklı durumu gösteriyor. Beyincik gibi bazı önemli bölgelerin işlevi konusunda bile fikir ayrılıkları var hala. Bu tür vakalar ortaya çıktığında beyin hakkındaki cehaletimiz de gün yüzüne çıkıyor. Hastanelerdeki beyin taramaları, beyin yapısının kişiden kişiye farklılık gösterebildiğini ortaya koyuyor. Bu farklılıkların, yakından gözlendiğinde davranışlarımız üzerinde etkili olduğunu görmek de mümkün olabilir.
Beyinciği
olmayan kadın vakası, beyinle ilgili basit bir şemanın bulunmadığını
gösteriyor. Beyni, görme bölgesi, açlık ya da sevgi hissi bölgesi gibi
bölümlere ayırarak basitleştirmek cazip gelse de aslında beyinde böyle bölgeler
yoktur. Çünkü o, her işlevden sadece bir bölgenin sorumlu olduğu teknolojik bir
aygıt değildir.
Beyninde şeritle yaşamak
Bir başka vaka ise bir süredir beyninde şerit paraziti ile yaşayan bir adamla ilgili. Dört yıldan beri beyne yuvalanmış olan bu şerit, epilepsi krizlerine benzer nöbetlere, hafıza sorunlarına ve ilginç koku duyumlarına yol açmış. Aslında beyinde canlı bir varlığa rağmen az denebilecek yan etkiler bunlar.
Beyin gelişmiş bir teknolojik aygıt olsaydı işlemeye devam etmesi mümkün olmazdı. Beynin dayanıklılığının nedenlerinden biri onun ‘esnek’ olması, bulunduğu ortama uyum sağlama özelliği. Bir başka neden ise Nobel Ödülü sahibi nörolog Gerald Edelman tarafından geliştirilen bir konseptle ilgili olabilir. Edelman biyolojik fonksiyonların çok sayıda yapı tarafından desteklendiğini fark etmişti; örneğin bir tek fiziksel özelliğin birçok genin kodlaması sonucu olması gibi. Böylece bir tek genin ortadan kalkması o özelliğin ortaya çıkmasını engelleyemiyor. Bir tek fonksiyonun çok sayıda farklı yapılar tarafından desteklenmesi özelliğini Edelman ‘soysuzlaşma’ olarak adlandırdı.
Bir fonksiyon, birçok bölge
Aynı şey beyin için de geçerli. Beynimizin tek tek fonksiyonları belli bölgelerde toplanmış olmayıp birçok bölgenin desteğiyle gerçekleşiyor; bunların işleyişi benzer olsa da küçük farklılıklar da içeriyor. Bir tarafta meydana gelen aksaklık diğer bölgeler tarafından telafi ediliyor.
Beynin işleyişini inceleyen bilişsel nörologların beyindeki farklı bölgelerin ne iş yaptığını tespit etmeye çalışırken karşılaştığı sorun da bu işte. Bir bölgeye sadece bir fonksiyonu atfederseniz yanlış sonuçlara varırsınız.
Beyincik tek tek özel hareketleri kontrol eden bölge olarak biliniyor. Fakat bazal gangliya ve motor korteksi adı verilen bölümler de vücut hareketlerimizle yakından ilgilidir. Hepsi de aynı şeye katkıda bulunduğunda her bir bölgenin tam olarak işlevini belirlemeye çalışmak yanlış bir yaklaşım olur.
Hafıza da çok sayıda beyin sistemlerinin kontrolünde olan temel bir biyolojik fonksiyon. Daha önce bir kez gördüğünüz birine rastladığınızda o kişinin iyi biri olduğunu ya da yaptıkları iyi bir şeyi hatırlıyor olabilir, ya da sizde iyi duygular uyandırdığını düşünebilirsiniz. Bunların tümü o kişiye güvenebileceğinizi farklı şekillerde size hatırlatan hafıza biçimleridir.
Edelman ‘soysuzlaşma’ özelliğini doğal seleksiyonun kaçınılmaz bir ürünü olarak görüyor. Bu olgu beyne ilişkin olağandışı durumların neden felaketle sonuçlanmadığını açıklıyor aslında. Bir de bilim insanlarının neden beynin işlevlerini anlamakta zorluk çektiğini.
Tom Stafford
Beyninde şeritle yaşamak
Bir başka vaka ise bir süredir beyninde şerit paraziti ile yaşayan bir adamla ilgili. Dört yıldan beri beyne yuvalanmış olan bu şerit, epilepsi krizlerine benzer nöbetlere, hafıza sorunlarına ve ilginç koku duyumlarına yol açmış. Aslında beyinde canlı bir varlığa rağmen az denebilecek yan etkiler bunlar.
Beyin gelişmiş bir teknolojik aygıt olsaydı işlemeye devam etmesi mümkün olmazdı. Beynin dayanıklılığının nedenlerinden biri onun ‘esnek’ olması, bulunduğu ortama uyum sağlama özelliği. Bir başka neden ise Nobel Ödülü sahibi nörolog Gerald Edelman tarafından geliştirilen bir konseptle ilgili olabilir. Edelman biyolojik fonksiyonların çok sayıda yapı tarafından desteklendiğini fark etmişti; örneğin bir tek fiziksel özelliğin birçok genin kodlaması sonucu olması gibi. Böylece bir tek genin ortadan kalkması o özelliğin ortaya çıkmasını engelleyemiyor. Bir tek fonksiyonun çok sayıda farklı yapılar tarafından desteklenmesi özelliğini Edelman ‘soysuzlaşma’ olarak adlandırdı.
Bir fonksiyon, birçok bölge
Aynı şey beyin için de geçerli. Beynimizin tek tek fonksiyonları belli bölgelerde toplanmış olmayıp birçok bölgenin desteğiyle gerçekleşiyor; bunların işleyişi benzer olsa da küçük farklılıklar da içeriyor. Bir tarafta meydana gelen aksaklık diğer bölgeler tarafından telafi ediliyor.
Beynin işleyişini inceleyen bilişsel nörologların beyindeki farklı bölgelerin ne iş yaptığını tespit etmeye çalışırken karşılaştığı sorun da bu işte. Bir bölgeye sadece bir fonksiyonu atfederseniz yanlış sonuçlara varırsınız.
Beyincik tek tek özel hareketleri kontrol eden bölge olarak biliniyor. Fakat bazal gangliya ve motor korteksi adı verilen bölümler de vücut hareketlerimizle yakından ilgilidir. Hepsi de aynı şeye katkıda bulunduğunda her bir bölgenin tam olarak işlevini belirlemeye çalışmak yanlış bir yaklaşım olur.
Hafıza da çok sayıda beyin sistemlerinin kontrolünde olan temel bir biyolojik fonksiyon. Daha önce bir kez gördüğünüz birine rastladığınızda o kişinin iyi biri olduğunu ya da yaptıkları iyi bir şeyi hatırlıyor olabilir, ya da sizde iyi duygular uyandırdığını düşünebilirsiniz. Bunların tümü o kişiye güvenebileceğinizi farklı şekillerde size hatırlatan hafıza biçimleridir.
Edelman ‘soysuzlaşma’ özelliğini doğal seleksiyonun kaçınılmaz bir ürünü olarak görüyor. Bu olgu beyne ilişkin olağandışı durumların neden felaketle sonuçlanmadığını açıklıyor aslında. Bir de bilim insanlarının neden beynin işlevlerini anlamakta zorluk çektiğini.
Tom Stafford
AIDS ARTIK ÖLÜMCÜL DEĞİL
Doç.
Dr. Asuman İnan, HIV virüsü ile AIDS’in artık ölümcül değil, kronik bir
hastalık olarak kabul edildiğini belirtti.
Klimik Derneği AIDS Çalışma
Grubu Genel Sekreteri Doç. Dr. Asuman İnan, HIV virüsü ile AIDS’in artık
ölümcül değil, kronik bir hastalık olarak kabul edildiğini belirterek,
hastalıkla yaşlananların tansiyon, şeker, kalp hastalığı gibi ek hastalıkları
olduğunu bildirdi.
İnan, yaptığı yazılı
açıklamada, AIDS hastalarının hastalıklarını ilk öğrendiklerinde kabullenmeme
ve panik duygusu yaşadıklarını, işleri ve aileleri konusunda kaygıya
kapıldıklarını kaydetti.
Hastalığın cinsel yolla
bulaşması nedeniyle hastaların özellikle izole bir ortamda bilgi almak
istediklerini, hastanelerin iş yoğunluğu nedeniyle bunun her zaman mümkün
olamadığını aktaran İnan, “Sağlık Bakanlığı Gönüllü Test ve Danışmanlık Merkezi
olduğumuz için deneyimli bir hekimle ilk görüşmelerini yapmış olsalar bile
tedavi ve gelecek yaşam kalitesi konusunda konuşulduğu, önemli bilgiler ve
kararlar verildiği için tedirgin oluyorlar. Ayrıca enfeksiyonun durumunu
belirlemek için çok sayıda tetkik ve farklı disiplinlerden görüş istendiği için
doğal olarak yoruluyorlar” değerlendirmesinde bulundu.
HIV/AIDS hastalarını izleyen
hekimlerin dışında kalan doktorların, bulaşma yollarını tam olarak bilmediklerinde,
hastaları yanlış yönlendirebildiklerini vurgulayan İnan, hastaların, yanlış
bilgilenme sonucunda hastalıklarının ölümcül olduğunu düşünerek, ümitsizliğe
kapılabildiklerini aktardı.
İnan, “Hekimlerin de en çok
hastalığın kendilerine ya da diğer hastalara bulaşması, ameliyathane ya da
hastane ortamı içinde yayılmasından çekindiklerini, yapacakları tetkik ya da
girişimlerin olumlu bir sonuca varmayacağı kaygısı taşıdıklarını düşünüyorum.
Hastalığın bulaşma yolları ve güncel yönetimi konusundaki bilgi ve
farkındalıklarını artırmalarını, çok yoğun olsalar da zaman ayırıp, kurslara ve
diğer eğitim programlarına katılmalarını öneriyorum” ifadelerine yer verdi.
Doç. Dr. Asuman İnan, virüsün
dış ortamda uzun süre canlı kalmadığını belirterek, çamaşır suyu gibi
dezenfektanlara karşı duyarlı olduğunu, tokalaşma, öpüşme ve havlu gibi ortak
eşyaların kullanımıyla bulaşmadığını kaydetti. İnan, hastalığın, en çok
korunmasız cinsel temas, kan, semen gibi virüsü taşıyan vücut sıvılarıyla
bulaştığını bildirdi.
‘HIV/AIDS
ARTIK ÖLÜMCÜL DEĞİL KRONİK BİR HASTALIKTIR’
En bulaştırıcı grubun viral
yükü yüksek olan ve tedavi almayan hastalar olduğunu belirten İnan, bulaşma ve
bulaşmama yollarının kesin olarak bilinmesinin, hastalara yaklaşımı
değiştireceğini dile getirdi.
Klimik Derneği AIDS Çalışma
Grubu Genel Sekreteri Doç. Dr. Asuman İnan, açıklamasında şunları kaydetti:
“Bazen evlilik öncesi
testlerde pozitif çıkan hastalarımın evliliklerinin iptal olması, işten başka
nedenler gösterilerek çıkarılmaları, aileleri tarafından dışlanmaları, ek
hastalıkları için gerekli girişimlerde aksamalar, sadece insan olarak beni
üzmekle kalmayıp, tedavi ve hastalık sürecini de etkileyen durumlardır.
HIV/AIDS artık ölümcül değil, kronik bir hastalık olarak kabul edilmektedir.
Dolayısıyla bu hastalıkla yaşlanan hastaların tansiyon, şeker, kalp hastalığı
gibi ek hastalıkları olmaktadır. HIV enfeksiyonu olanların test
yaptırmalarının, tedavi olmalarının, her türlü sağlık sorunları için gerekli
tıbbi bakımı en iyi şekilde almalarının kolaylaştırılması, sosyal ilişkileriyle
işlerinin bu durumdan etkilenmemesinin sağlanması, normalleştirilmesi,
vakaların ortaya çıkması ve hastalığın yayılımının önlenmesi için en etkili yol
olacaktır diye düşünüyorum.”
TÜRKİYE’NİN İLK ÇİP FABRİKASI KURULUYOR
ASELSAN ve Bilkent Üniversitesi
ortaklığında kurulacak Türkiye’nin ilk çip fabrikasının temeli 23 Aralık 2014
Salı günü düzenlenecek törenle atılacak.
ASELSAN ve Bilkent Üniversitesi ortaklığında
kurulan savunma, uzay, haberleşme ve enerji sektörleri için bir saç
telinden daha ince ve dayanıklı malzemelerin üretileceği Türkiye’nin ilk
çip fabrikasının temeli 23 Aralık 2014 Salı günü, düzenlenecek törenle atılacak.
“AB-MikroNano” şirketin temiz
odaları ve ilk kez denenecek teknolojilerle inşa edilecek binasının
temeli, Bilkent yerleşkesinde yer alan Bilkent Cyberpark Teknokent
bölgesinde Milli Savunma Bakanı İsmet Yılmaz’ın katılımıyla düzenlenecek
törenle atılması planlanıyor.
Türkiye, bu tesiste
üretilecek GaN temelli çipler sayesinde savunma radarı, elektrikli araba,
yüksek hızlı tren ve 4G/5G cep telefonu sistemleri gibi
stratejik teknolojiler üretebilen dünyanın 4. ülkesi konumuna yükselecek.
Şirketin 30 milyon
dolarlık bir yatırımla kurulduğunu aktaran Bilkent Üniversitesi Nanoteknoloji
Araştırma Merkezi (NANOTAM) Başkanı ve
AB-MikroNano şirketinin Genel Müdürü Prof. Dr. Ekmel Özbay, “Şirketimiz
üniversite-sanayi işbirliği açısından Türkiye’ye örnek olacak. Türkiye’de ilk
kez bir üniversite elini taşın altına koyuyor ve üniversitede geliştirilen
teknolojinin ticarileşmesi için sanayi ile beraber bu tür bir işbirliğine
giriyor. ‘Spin-off’ olarak adlandırılan ve ABD’de sayıları onbinleri bulan
bu tür yüksek teknoloji şirketleri Türkiye’nin kalkınması ve ferahı açısından
çok önem taşıyor” değerlendirmesinde bulundu.
TÜRKİYE’NİN
İLK TİCARİ ÇİP FABRİKASI
Laboratuvar ortamında
geliştirdikleri teknolojilerin, bir fabrikada ürün olarak ortaya çıkmasının bir
zamanlar ancak hayal edilebildiğini, ancak bu hayallerinin gerçeğe
dönüştüğünü ifade eden Özbay, “Hep konuşuyorduk şimdiye kadar: ‘Yaptığımız
işler, ticari ürüne dönüşecek, Türkiye zenginleşecek’ diyorduk, ama bir
türlü olmuyordu. Şu an bunu oldurmuş durumdayız. 2014 Kasım ayında ASELSAN
ve Bilkent Üniversitesinin yüzde 50-yüzde 50 ortaklığıyla kurulan
şirketin, üretim tesisinin temelini atıyoruz. Türkiye’nin ticari
anlamda ilk çip üreten şirketi olacağız” dedi.
Savunma, uzay, havacılık
ve enerji sektörlerinin gelişebilmesi için mikro nano
çiplerin stratejik önemine işaret eden Özbay, “Türkiye’nin satın
aldığı, bazen istese bile temin edemediği çiplerin çok daha gelişmişlerini bu
tesiste yapacağız. Böylece artık Türkiye de katma değeri yüksek teknolojik
ürünler geliştirebilir bir ülke konumuna yükselecek. Şirket tarafından
üretilecek nanoteknoloji temelli ürünler ihraç da edilecek. Teknolojisine
kendimiz geliştirdiğimiz için yüksek katma değerli ürünleri üreteceğiz.
Yani Türkiye bir koyup 10 kazanacağı bir sektöre giriyor” ifadesini
kullandı. Özbay, şirketin adının ASELSAN’daki A harfi
ile Bilkent Üniversitesi’ndeki B harflerinden yola çıkarak AB-MikroNano
ismini aldığını bildirdi.
‘DÜNYA
İLE YARIŞIR TEKNOLOJİ DÜZEYİNİ YAKALADIK’
Prof. Dr. Özbay, ASELSAN’la
birlikte son 10 yıldır galyum nitrat teknolojileri üzerine
malzeme geliştirdiklerini, bu malzemeyle yapılan çiplerin, çok yüksek
sıcaklık ve çok düşük sıcaklıklarla çalışabildiğini, dolayısıyla başta savunma,
uzay, enerji olmak üzere hemen hemen her elektronik sektöründe ürün geliştirmek
için stratejik önem taşıdığını vurguladı. Özbay, “SSM, MSB Ar-Ge, TÜBİTAK ve
Kalkınma Bakanlığı tarafından desteklenen projeler kapsamında yaptığımız
çalışmalar ile dünyayla yarışır bir teknolojik düzeyi yakaladık”
dedi.
Saç telinden çok daha ince ve
dayanıklı malzeme üretimine imkan veren nano teknolojiyi ve mikro teknolojiyi
kullanarak çiplere çok üstün özellikler kazandırdıklarına işaret eden
Özbay, böylece çiplerin gücünü 10-100 kat artırabildiklerini söyledi.
Bu çiplerin
haberleşmede 4G-5G teknolojilerinin hızlı gelişimine imkan tanıyacağını
kaydeden Özbay, “Çipler sayesinde baz istasyonlarında daha güçlü
teknolojiler kullanılabilecek, bu sayede cep telefonlarının internet iletişimi
de hızlanacak” dedi.
SAVUNMA
KALKANI BU ÇİPLER İLE YAPILACAK
Tesiste üretilecek çiplerin
Türkiye’nin “savunma kalkanı” projesi ve enerji sektöründe de de
kullanılacağını aktaran Özbay, şöyle konuştu:
“Çipler Türkiye için kritik
öneme sahip olan savunma radarlarında da kullanılacak. Geliştirdiğimiz
teknoloji sayesinde bu radarların güçleri 5-10 kat artacak ve görüş menzilleri
sınırlarımızın çok ötesine uzanacak. Bu savunma radar sistemleri ASELSAN
tarafından üretilecek. Şirket aynı zamanda, TUSAŞ, Meteksan Savunma, TÜBİTAK
Uzay ve benzeri Türk savunma, havacılık ve uzay sanayi kuruluşlarının
ihtiyaçlarına yönelik çipler geliştirecek.
Çipler enerji sektöründe de
kullanılacak. Güneş enerjisi, hidroelektrik santraller ya da rüzgar enerjisiyle
üretilmiş elektriğin bir yerden bir yere taşınması sırasında voltajın 4-5
kez çevrilmesinden (yükseltilmesi veya azaltılması) kaynaklanan ve yüzde
20’ye varan enerji kayıpları ortadan kalkacak. Böylece bir anlamda mevcut
tesislerle Türkiye yüzde 20 daha fazla elektrik gücüne kavuşmuş olacak.”
Prof. Dr. Ekmel Özbay,
Türkiye’nin çok önem verdiği yüksek hızlı tren ve elektrikli araba
teknolojilerinde yeni nesil yüksek güçlü çipleri kullanmayı planladıklarını ve
bu sayede bu sistemlerde yer alan elektrik motorlarının çok daha güçlü ve
verimli hale geleceğini sözlerine ekledi.
KEPLER, DÜNYADAN 2.5 KAT BÜYÜK GEZEGENİ TESPİT ETTİ
Amerikalı
astronomlar, Kepler uzay gözlemevinin yardımıyla, Dünya’dan 2,5 kat büyük olan
bir gezegen tespit ettiler.
HIP
116454b adını alan uzay cismi, gezegenimizden 180 ışık yılı uzaklıktaki yıldız
sisteminde bulunuyor. Gezegenin ağırlığı, Dünya’nın 12 katı.
Harvard-Smithsonian
Astrofizik Merkezi’nin yaptığı açıklamaya göre yeni keşfin en büyük özelliği,
NASA’nın “gezegen avcısı” lakabıyla tanınan Kepler teleskobunun geçen yıl dört
dümeninden uzayda yönelimini sağlayan ikincisinde arıza yaşanması nedeniyle
devre dışı kalacağı düşünülüyordu. Arızalanan dümen, aracın işleyişinde kilit
öneme sahip, zira uzak mesafede bulunan cisimlerin koordinatlarını yüksek bir
hassasiyetle belirlemeye yarıyor. Ancak Amerikalı bilim adamları teleskobun
çalışmasını sağlayacak birkaç ayar yapmayı başardı.
Harvard-Smithsonian
Astrofizik Merkezi’nden Andrew Vanderburg, “Küllerinden doğan Phoenix gibi
Kepler de keşiflerine devam etmek için yeniden doğdu” ifadesini kullandı.
AYIN GİZEMLİ KARANLIK YÜZEYİNE UZAY ARACI GÖNDERİLİYOR!
İnsanoğlu uydumuz Ay’ı her zaman gizemli bulmuştur. 21. Yüzyılda
ise gelişen teleskoplarımız sayesinde ve uzay mekikleri aracılığıyla Ay hakkında bolca bilgi sahibiyiz. Fakat
popüler kültüre konu olan bir konu var ki o da Ay’ın karanlık yüzeyi. Konuyla
ilgili o kadar çok söylenti var ki, karanlık yüzeyde yaşayan uzaylılardan,
düşmüş UFO’lara kadar uzanıyor. Bu
söylentilerin sonunu getirecek girişim ise KickStarter’daki Lunar Mission One projesi.
KickStarter’da uzun süredir bağış
toplayan proje ile, ayın güney kutbuna yani karanlık bölgeye insansız uzay
aracı gönderilecek. Başlangıçta fon olarak 600 bin sterlin hedefleyen proje, tüm Dünya’da ilgi
görmesiyle beraber 672 bin sterlin (2.4 Milyon TL) seviyesine
ulaştı. Lunar Mission One uzay aracı Ay’a indiğinde 20 metre ile 100 metre
arası kazı yapabilecek ve kayaçlardan aldığı örneklerle Dünya’dakileri
karşılaştıracak. Araç ayrıca isteyen bağışçılardan toplanan DNA bilgisini, fotoğraf ve mesajları bir
zaman kapsülü içerisinde bir anı gibi Ay’a taşıyacak.
Lunar Mission One görevi başarılı
olması halinde Dünya’ya göndereceği fotoğraflar şimdiden büyük merak uyandırmış
durumda. Uzay aracının önümüzdeki 10 yıl içerisinde Ay’a fırlatılması
bekleniyor.
TÜRK’E ÖZEL YALAN MAKİNESİ
Üsküdar
Üniversitesi’nde, beyindeki sinyallerin aktarılmasıyla elde edilen verileri
değerlendiren yalan makineleri, Türk kültürüne uygun üretilecek. Prof. Dr.
Tarhan, “Amerikalıların ölçeğine göre yalan denilen şeyler bizim için doğal
olabilir” dedi
Üsküdar
Üniversitesi’nde, beyindeki sinyallerin bilgisayarlara aktarılması yoluyla elde
edilen verilerin değerlendirildiği proje kapsamında yalan makineleri, Türk
kültürüne uygun şekilde üretilecek. Üniversitenin kurucu rektörü Prof. Dr.
Nevzat Tarhan, kişinin doğru söyleyip söylemediğine ilişkin ölçülebilir
bilgilere bu yolla ulaştıklarına dikkati çekti. Tarhan, şöyle devam etti,
“Geçtiğimiz dönemde bir yasa çıktı. Türkiye’de yalan makinesiyle ilgili
istihbarat yapısı içinde ve güvenlik güçleri çerçevesinde kullanma kararı
alındı. Bu büyük ithalat gerektiren bir durum. Her il ya da ilçedeki yerlerde
sorgulama esnasında yalan makinesi kullandıracaksınız. Bu da önemli miktarda
ithalat ve döviz kaybını gerektiriyor. Biz üniversite olarak bunu yapabilecek
öğretim üyesi kadrosuna sahibiz. Yaptığımız çalışma zaten maliyeti ciddi bir
şekilde azaltacaktır.”
Amerikalı
kıskançlığı normal kabul eder ama Türk etmez
Prof.
Tarhan, proje hakkında şu bilgileri verdi “Biz Türk kültürüne uygun yalan
makinesi geliştireceğiz. Mesela eşinin kıskançlığıyla ilgili bir soru sorduğun
zaman bir Amerikalı bunu normal kabul edebilir. Beyinde onunla ilgili yalan
tepkisi vermeyebilir. Ama bizde kıskançlıkla ilgili bir soru sorduğunuzda, Türk
toplumunda, kültürel yapımıza göre beyin daha duyarlı tepki verir. Biz
yazılımda bunu da geliştireceğiz. Kültürel özellikli bir yalan makinesi
üreteceğiz. Bu nedenle hata ihtimali daha az olacak. Mesela bir Karadenizli’nin
silah gördüğü zaman beynindeki tepkiyle bir Egeli’nin tepkisi aynı olmaz. Bir
Avrupalı’nın aynı olmaz.”
2014 ÖNEMLİ TEKNOLOJİK BULUŞLARA SAHNE OLDU
ODTÜ
Kimya Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ural Akbulut, uluslararası bilimsel
yayınlar Science ve Nature bu şeklinde kaynaklardan 2014’te dünya İlim
dünyasında yaşanan önemli olup bitenleri derledi.
Buna
göre, 2014’ün azami teknolojik buluşlarından biri, ABD’de Cincinnati
Üniversitesinde Biyokimya ve Hücre Biyolojisi profesörü bulunan J. M. Wells,
kök hücreden minyatür insan midesi üretmesi oldu.
Geçen
sene kök hücreden minyatür böbrek üretilip başarıyla fareye nakledildi, fakat
kök hücreden minyatür insan midesi üreten olmadı. Araştırmacılar, helikobakter
pilori isimli bakterinin sebep bulunduğu gastrit, ülser ve birtakım mide
kanserlerinin tedavisi için bu bakteriyi yakından inceliyor. Bu mide
hastalıkları, hayvanlarda gelişmediği için hastalık mekanizmasını
araştırabilmek amacıyla Prof. Dr. Wells, kök hücreden minyatür insan
midesi ürettiklerini açıkladı.
Minyatür
midelere helikobakter pilori bakterisi enjekte edilince, bakterinin normal
midedeymiş bu şeklinde büyüyüp yayıldığı açıklandı. Bu yöntemle üretilecek
minyatür organlara ’organoid’ deniliyor. Organoidlerin, problemlerin
büyüme mekanizmasının anlaşılmasını sağlayarak tedavinin başarısını arttırması
bekleniyor. Wells, mide kanseri sebebi ile ameliyat olanların midelerine bu
yöntemle yama yapmanın olasıdır olabileceğini vurguladı. Çalışma, Nature
Dergisi’nde yayımlandı.
Fare beynine nakledilen nöral
kök hücreler çalışır bir duruma geldi
Lüksemburg
Üniversitesi Biyomedikal Sistemler Merkezinde (LCSB), indüklenmiş nöral kök
hücreler farelerin beynine başarıyla nakledildi. Prof. Dr. J. Schwamborn ve
doktora öğrencisi K. Hemmer, naklettikleri kök hücrelerin 6 ay sonra beyne
ahenk sağlayıp beyindeki nöral devrelerle bağlantı kurduğunu açıkladı.
Schwamborn,
indüklenmiş nöral kök hücreleri farelerin bağ dokularından elde ettiklerini
açıkladı. Daha öncelikle yapılan eşi çalışmalarda, indüklenmiş pluripotent kök
hücre (tüm hücre tiplerine dönüşebilme yeteneğine sahip kök hücre)
kullanılmaktaydı. Ancak o hücreler, hayvan deneylerinde uygulandığında çoğu
defa tümöre dönüşmekteydi. Bu çalışmada, uygulanan hücreler ise tümöre
dönüşmediği bu şeklinde fonksiyonel bir duruma geldi.
Schwamborn,
bu teknolojiyi geliştirip bireylere uygulama etabına getirmek istediklerini
fakat bunun için uzun yıllar gerektiğini açıkladı. Parkinson hastaları için
hastaların beynindeki hasta nöronların yerine, bu yöntemle imal edilen sıhhatli
nöronların yerleştirilmesi hedefleniyor. Bu çalışma, Stem Cell Reports
Dergisi’nde yayımlandı.
Lazer ışınıyla objeler
devinim ettirildi
Avustralya’da
geliştirilen lazer ışınlarıyla, küçük bir obje 20 santimetre uzağa taşındı.
Avustralya Ulusal Üniversitesinin Lazer Laboratuvarı’nda geliştirilen ve içi
anlamsız bir boru şeklindeki lazer ışınıyla, küçük objeler itilerek ve ya
çekilerek devinim ettirilebiliyor.
Prof.
Dr. W. Krolikowski ve takımı altınla kaplı küçük bir camı, lazerle öteki
tekniklerden 100 kat uzağa taşıdı. İçi anlamsız bulunan ve dışı altınla
kaplanan küçük camların lazerle devinim edebilmesi için çaplarının 0,2
milimetre ve ya daha küçük olması gerekiyor. Lazer ışınının ortasında bulunan
boşluktaki camın ve camın çevresindeki havanın lazerle ısıtılması yardımıyla
camın devinim ettiği açıklandı. Bu meslek Nature Photonics’te
yayımlandı.
İnsan beynini misal saha
entegre dönem yapıldı
İnsan
beynini misal saha Doç. Dr. K. Boahen, normal bir bilgisayardan 9 bin defa
hızlı muamele oluşturan bir entegre dönem üretmeyi başardı. ABD’de Stanford
Üniversitesinin Biyomühendislik Laboratuvarı’nda çalışan Boahen ve ekibinin
geliştirdiği entegre devrelerle yapılan dönem kartı, 40 bin dolara mal oldu.
Boahen,
süratli üretime geçildiğinde dönem kartının maliyetinin 400 dolara kadar
düşeceğini açıkladı. Boahen, bir sıçan beyninin korteks bölümünün dahi bir
masaüstü şahsi bilgisayardan 9 bin kez hızlı muamele yaptığını hatırlattı.
Boahen, farenin beyninde belirli bir muamele yapılırken harcanan enerjinin,
tıpkı işlemi oluşturan bilgisayardan 40 bin kat daha az kuvvet kullandığını da
vurguladı.
Neurogrid
denilen sistem, takribî bir milyon nöron ve bir milyar sinaptik bağlantıya
eşdeğer muamele yapabiliyor. Bu sistemle, felçli hastalara elektronik kontrollü
protez mafsal takılarak yürümeleri sağlanabilecek. Bu buluş, IEEE yönünden
yayımlandı.
Karınca boyutunda telsiz
cihazı yapıldı
ABD’nin
Stanford Üniversitesinde Yrd. Doç. Dr. A. Arbabian ve ekibi, boyutu
bir karınca kadar bulunan ve pil kullanmayan telsiz cihazı yaptı. Arbabian,
Elektrik Mühendisliği laboratuvarlarında geliştirdiği telsizi, gerektiğinde
kitap sayfalarının arasına da koyabilmek için ürettiğini açıkladı. Arbabian, üç
sene önce, normal telsizi yeterince küçültemeyeceğini ayrım etti. Arbabian,
müşteri ve veren antenleri küçülttü fakat pil küçülemeyeceği için telsizi
pilsiz yapmanın şeklini aradı.
Kısa
sürede, telsizdeki müşteri antene ulaşan elektromanyetik dalgaların enerjisini
kullanan telsizi tasarlayıp üretti. Sistemin küçültülüp pile gereksinim
duymaması için telsizin bütün parçalarını, küçük bir entegre devreye (mikroçip)
sığdırdı. Bu telsizin hedefi konuşarak haberleşmek değil, cep telefonu ve eşi
cihazlardan internet vasıtası ile akıllı cihazlara buyruk iletmek. Mikrofon ve
hoparlöre de lazım kalmadığı için telsizin tek bir entegre devreye sığması
olasıdır oldu. Telsizin maliyetinin bir dolardan az olduğunu açıklayan
Arbabian, ilerde bu telsizlerden trilyonlarcasını ev ve iş yerlerine
yerleştirerek dünyanın her yerine ulaşılabileceğini belirtti.
ABD’de metastatik kanser
hücrelerini bulunmaz eden bir metod geliştirildi
ABD’de
Cornell Üniversitesinin biyomedikal mühendislik laboratuvarında, akyuvarlara
iki çeşit protein bağlanarak metastatik kanser hücreleri bulunmaz edildi.
Kanserde, ameliyat ve radyoterapi ile primer tümörlerden kurtulmak olasıdır
olabiliyor. Ancak kan ve ya lenf dolaşım sistemi arasında devinim eden
metastatik kanser hücrelerini bulunmaz etme imkanı henüz yok. Cornell
Üniversitesinde profesör bulunan M. King, insan kan örneğine benzer bir
karışımda, E-selectin ve TRAIL proteinlerini akyuvarlara bağladığını açıkladı.
Yaptıkları gözlemler, bu iki proteinle kaplı akyuvarlarla karşılaşan kanser
hücrelerinin tamamının yaşamını kaybettiğini gösterdi. Laboratuvarda yürütülen
bu çalışma, kanser hastaları için yeni bir ümit oldu. Çalışma, Proceedings
of the National Academy of Sciences of USA yönünden yayımlandı.
Nanomotorlar diri insan
hücresinin arasında devinim ettirildi
ABD’de,
Penn State Üniversitesinde kimya profesörü bulunan T. Mallouk ve takımı üç
nanometre uzunluğunda altın-rutenyum çubukları hazırladı. Üç nanometrelik
altın-rutenyum çubuklar, bu çeşit deneylerde uygulanan ve Henrietta Lacks
(HeLa) isimli kadından tahsil edilmiş rahim ağzı kanser hücrelerinden
laboratuvar çalışmalarında kullanılmak üzere hususi şekilde imal edilmiş
bulunan diri kanser hücrelerine yerleştirildi.
Canlı
hücre içindeki nano çubuklar, ultrasonik dalgalar yardımıyla devinim ettirildi.
Nano çubuklar, manyetik saha uygulanarak döndürüldü. Mallouk, diri hücre
arasında devinim eden ve döndürülen ilk nano motoru oluşturan şahıs oldu. Nano
motorlar, birbirinden müstakil devinim ettiği için kanser tedavisinde
kullanılabilecekleri açıklandı. Nanomotor hızlanınca, hücre içindeki her şeyi
parçaladığı belirtildi. Mallouk düzen geliştikçe, sıhhatli hücrelere ziyan
vermeden kanserli hücrelerin bulunmaz edileceğini açıkladı. Çalışma, Angewandte
Chem. Int. Ed. Dergisi’nde yayımlandı.
Grafen uygulanan ilk
bükülebilir ekran yapıldı
Grafen
isimli malzeme, elmas bu şeklinde doğal karbon atomlarından oluşuyor. Grafit
isimli malzemede, karbon atomlarının oluşturduğu levha katmanlarından her bir
tekine grafen deniliyor. Bu levhaların kalınlığı tek bir karbon atomu kadar.
Grafen, 2004’te Manchester Üniversitesinde grafitten elde edilinceye kadar pek
bilinmiyordu. Grafenin keşfi, nanoteknoloji dalında ve mikro boyutlardaki
elektronik materyallerin üretiminde önemli bir büyüme oldu.
İngiltere’de
Cambridge Üniversitesi Grafen Merkezinde, ilk defa grafen kullanılarak esnek
ekran üretildi. Televizyon, bilgisayar ve ya telefon ekranlarının bükülebilir
olması için ayrıcalıklı malzemeler denendi. Bükülebilen bir ekranda, görüntü
elde etmek için kullanılacak bulunan malzemeler elektriği iletmeli ve şeffaf
olmalıydı. Elektrik ilettiği ve şeffaf bulunduğu için en çok aşırı
uygulanan materyal ITO (İndiyum-Kalay Oksit) isimli maddeydi. Grafen ITO’dan ve
eşi oksitlerden çok aşırı daha esnekti. Bu buluş sayesinde, grafen kullanarak
giysi bu şeklinde giyilebilen ekran yapma şansı doğdu.
Güneş enerjisini elektrik
enerjisine çevirip depolayan sistem
Güneş
pilleriyle, güneş enerjisi elektrik enerjisine çevriliyor ve akülere aktarılıp
depolanıyor. Elektrik aktarılırken enerji kaybı çok aşırı çok oluyor. ABD’de
Ohio State Üniversitesinde geliştirilen güneş enerji pillerinin, elde ettiği
elektriği kendi arasında depoladığı açıklandı. Kimya profesörü Yiying Wu, bu
sistem, elektriği üretim etabında kendi arasında depoladığı için enerji
kaybının en az kurda olduğunu belirtti. Bu meslek Nature Dergisi’nde yayımlandı
ve patent başvurusu yapıldı.
Güneş sistemi dışında ilk
defa su bulutu bulundu
Avustralya’da
New South Wales Ünivesitesinde fizik profesörü bulunan C. Tinney ve ABD’den üç
araştırmacı, güneş sistemi dışındaki ilk buz bulutunu buldu. Güneş sistemindeki
Jüpiter, Satürn, Uranüs ve Neptün dev boyutlarda gaz gezegenlerdir. Bu gaz
gezegenlerde, donmuş su bulutları bulunduğu biliniyordu. Ancak güneş sistemi
dışında buz bulutuna rastlanmamıştı. C. Tinney ve ekibi, Şili’de Las Campanas
Gözlem Evi’nde, yakın kızılötesi teleskobuyla güneş sistemi dışındaki bir gök
cisminde donmuş su bulutu buldu.
Bu
gök cismi, daha öncelikle NASA’nın feza vasıtası yönünden saptama edilmişti
fakat dünyadan görülebileceği sanılmıyordu. NASA, bu gök cismine W0855 adını
vermiş ve onun bir “Kahverengi Cüce” olduğunu açıklamıştı. Evrendeki kahverengi
cücelerin varlığı, 1995’ten bu güne biliniyor ve ne yıldız ne de gezegen
sınıfına giremeyen gök cisimleri şekilde tanımlanıyorlar. Profesör Tinney,
’Güneş sistemi dışındaki bu gök cismini dünya üstünden teleskopla ilk defa
gören ve su bulutunun varlığını belirleyen ilk araştırmacılar olmaktan
mutluyuz’ dedi. Bu araştırmanın detayları The Astrophysical Journal isimli
dergide yayımlandı.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)